Madde-13: Asıl olan, beraat-i zimmettir. Bir kimse ancak mahkeme kararıyla cezalandırılır. Kim olursa olsun, herhangi bir kimseye işkence yapmak kesinlikle caiz değildir. Her kim bunu yaparsa cezalandırılır.

Madde 13: Asıl olan, beraat-i zimmettir. Bir kimse ancak mahkeme kararıyla cezalandırılır. Kim olursa olsun, herhangi bir kimseye işkence yapmak kesinlikle caiz değildir. Her kim bunu yaparsa cezalandırılır.

Bu madde şu üç hususu içerir: Birincisi: Aslolan beraat-i zimmettir kaidesi. İkincisi: Cezalandırmanın ancak kâdının kararıyla olması. Üçüncüsü: İşkencenin caiz olmamasıdır.

Birinci hususa gelince; bunun delili Vail İbn-u Hacer’den şöyle dediğinin rivayet edilmesidir:

»جَاءَ رَجُلٌ مِنْ حَضْرَمَوْتَ وَرَجُلٌ مِنْ كِنْدَةَ إِلَى النَّبِيِّ،فَقَالَ الْحَضْرَمِيُّ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنَّ هَذَا قَدْ غَلَبَنِي عَلَى أَرْضٍ لِي كَانَتْ لأَبِي، فَقَالَ الْكِنْدِيُّ: هِيَ أَرْضِي فِي يَدِي أَزْرَعُهَا لَيْسَ لَهُ فِيهَا حَقٌّ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ    لِلْحَضْرَمِيِّ: أَلَكَ بَيِّنَةٌ؟ قَالَ: لاَ، قَالَ: فَلَكَ يَمِينُهُ، قَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنَّ الرَّجُلَ فَاجِرٌ لا يُبَالِي عَلَى مَا حَلَفَ عَلَيْهِ وَلَيْسَ يَتَوَرَّعُ مِنْ شَيْءٍ، فَقَالَ: لَيْسَ لَكَ مِنْهُ إِلاَّ ذَلِكَ«

“Hadramevt’ten bir adam ve Kinde’den bir adam Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]e geldiler. Hadramevtli dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Bu adam, babamdan düşen bana ait bir araziyi eline geçirdi.” Kindeli dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! O benim ektiğim mülkümde olan bir arazidir, onun onda hiç bir hakkı yoktur.” Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Hadramevtliye dedi ki: “Delilin/kanıtın var mı?” Dedi ki: “Hayır.” Allah’ın Resulü dedi ki: “O halde ona yemin ettirebilirsin.” Hadramevtli dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Bu adam facir birisidir neye yemin ettiğine aldırış etmez ve hiç bir şeyden sakınmaz.” Bunun üzerine Allah’ın Resulü dedi ki: “Senin için yapabileceğim bundan başka bir şey yoktur.” [Muslim, tahric etti] Aleyhi’s Salatu ve’s Selam şöyle buyurmuştur:

»البينةعلى المدعي،واليمينعلىمنأنكر«

“Davacıya delil (kanıt) gerekir. İnkar edene de yemin gerekir.” [el-Beyhaki, sahih sened ile tahric etti] Birinci hadiste Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], davacıyı kanıt/delil getirmekle sorumlu tutmuştur. Bu da davalının suçu ispatlanıncaya kadar suçsuz olması demektir. İkinci hadiste ise Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], delil getirme vacibiyetinde aslolanın bunun ancak davacı için olduğunu beyan etmiştir ki bu da davalının suçu ispat edilinceye kadar suçsuz olduğuna dair bir delildir.

İkinci hususa gelince; bunun delili Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şu kavlidir:

«... مَنْ أَخَذْتُ لَهُ مَالاً فَهَذَا مَالِي فَلْيَأْخُذْ مِنْهُ، وَمَنْ جَلَدْتُ لَهُ ظَهْراً فَهَذَا ظَهْرِي فَلْيَقْتَصَّ مِنْهُ...»

“Kimin malını almışsam işte malım gelsin alsın, kimin sırtına vurmuşsam işte sırtım gelsin ona kısas uygulasın…” [Ebû Yale, Fadl İbn-u Abbas’tan tahric etti] El-Haysemi, Ebi Yale’nin isnadında Ata İbn-u Muslim’in bulunduğunu, İbn-u Hibban ile başkaları onun sika olduğunu, diğerlerinin zayıf olduğunu söylediklerini ve geriye kalan ravilerin ise sika olduğunu söyledi. Taberani’nin Mu’cem-il Avsat’ta ise şu lafızla varit olmuştur:

"فَمَنْ كنتُ جَلَدْتُ لَهُ ظَهْراً فَهذا ظَهري فَلْيَسْتَقِدْ مِنْهُ وَمَنْ كنتُ شَتَمْتُ لَهُ عِرْضاً فَهذا عِرْضي فَلْيَسْتَقِدْ مِنْهُ ومَنْ كنتُ أَخَذْتُ له مالاً فهذا مالي فَلْيَسْتَقِدْ منه"

“Kimin sırtına vurmuşsam işte sırtım gelsin ona kısas uygulasın, kimin ırzına sövmüşsem işte ırzım gelsin ona kısas uygulasın, kimin malını almışsam gelsin ona kısas uygulasın.”

"أَلا فَمَنْ كنتُ جَلَدْتُ له ظَهراً فهذا ظهري فَلْيَسْتَقِدْ ومن كنت أخذت له مالا فهذا مالي فَلْيَأْخُذْ منه ومن كنت شتمت له عِرْضاً فهذا عِرْضي فليستقد"

“Dikkat edin! Kimin sırtına vurmuşsam işte sırtım gelsin kısas uygulasın, kimin malını almışsam işte malım gelsin alsın, kimin ırzına sövmüşsem işte ırzım gelsin kısas uygulasın.” Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bu hadisi yönetici iken söylemiştir. Bu da haksız yere kimi cezalandırmışsam bana kısas uygulasın demektir. Bu da tebaadan birisinin bu cezayı gerektirecek bir günah işlediği ispat edilmeden yöneticinin onu cezalandırmasının haram olduğuna dair bir delildir. Yine lanetleşme kıssasında Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

«لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا»

“Şayet delil (kanıt) olmadan birini recmedecek olsaydım kesinlikle onu (o kadını) recmederdim.” [Muttefekun Aleyh/Lafız Muslim’e aittir] Bu da demektir ki onun hakkında şüphe olmasına rağmen delil bulunmamasından dolayı onu recmetmemiştir. Bunun delili ise Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in aralarında lanetleştirme yaptırdığı iki kişi hakkında İbn-u Abbas’ın hadisinde varit olan şu ifadedir: “Mecliste bir adam İbn-u Abbas’a şöyle dedi: Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in,

«لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا»

“Şayet delil (kanıt) olmadan birini recmedecek olsaydım kesinlikle onu (o kadını) recmederdim” dediği bu kadın mı? İbn-u Abbas dedi ki: “Hayır, o İslam’da kötülük ortaya koyan bir kadındır.” [Muttefekun Aleyh] Yani fahişeliği açıktan yapıyordu ama bu yaptığı bir kanıt ve itiraf ile ispat edilememiş demektir. Bu da onda zina şüphesi mevcuttu demektir. Buna rağmen Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], zina yaptığı ispat edilememesinden dolayı onu recmetmeyerek şöyle demiştir:

«لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا»

“Şayet delil (kanıt) olmadan birini recmedecek olsaydım kesinlikle onu (o kadını) recmederdim.” Hadisteki لو [lev] harfi, imkansızlıktan dolayı imtina harfidir. Dolayısıyla kanıt imkansızlığından dolayı recmden imtina etmiştir. Bu da yöneticinin tebaadan birisini şeriatın suç olduğunu belirttiği bir suçu işlemedikçe ve bu suçu işlediği Kadâ Meclisinde yargı yetkisine sahip bir kâdının huzurunda ispat edilmedikçe cezaya çarptırmasının caiz olmadığına dair bir delildir. Çünkü kanıt, yargı yetkisine sahip bir kâdının huzurunda ve Kadâ Meclisinde olmadıkça ona kanıt olarak itibar edilmez. Ancak yönetici, suç ispat edilmeden önce suç olayını karara bağlamak amacıyla mahkemeye çıkarılıncaya kadar sanığı hapsetme hakkına sahiptir. Fakat bu hapsetmenin belirli bir süreliğine olması kaçınılmaz olup sanığı süresiz hapsetmesi doğru değildir ve bu süre kısa olmalıdır. Sanığın hapsedilmesinin caiz olduğunun delili ise et-Tirmizi ile Ahmed’in tahric ettiği ve et-Tirmizi’nin hasen ve el-Hakim’in isnadı sahih dediği Behz İbn-u Hakim’in babasından o da dedesinden rivayet ettiği şu hadistir:

»أَنَّ النَّبِيَّ   حَبَسَ رَجُلاً فِي تُهْمَةٍ، ثُمَّ خَلَّى عَنْهُ«

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bir suç hakkında bir adamı hapsetti sonra da onu serbest bıraktı.” Aynı şekilde el-Hakim, Ebi Hurayra’dan şu hadisi tahric etmiştir:

»أَنَّ النَّبِيَّ   حَبَسَ فِي تُهْمَةٍ يَوْماً وَلَيْلَةً«

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bir suç hakkında bir kişiyi bir gece bir gündüz hapsetti.” Bu hadisin senedinde hakkında söz olan İbrahim İbn-u Haysem olmasına rağmen el- Beyhaki’nin Kubra ve İbn-u el-Carud’un el-Müntaka adlı eserlerinde Behz İbn-u Hakim İbn-u Muaviye babasından o da dedesinden olan başka bir rivayetinde şöyle gelmiştir:

"أنَّ النبيَّ  حَبَسَ رَجُلاً في تُهْمَةٍ ساعةً مِنْ نَهارٍ ثُمَّ خَلَّى عنه"

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bir suç hakkında bir adamı gündüz bir saat hapsetti sonra da serbest bıraktı.” İşte bunların hepsi hapis süresinin sınırlandırılmasının ve olası en kısa zaman olmasının kaçınılmaz olduğuna dair bir delildir. Çünkü Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bir kişiyi hapsetmiş sonra serbest bırakmış, bir kişiyi bir gece bir gündüz hapsetmiş ve bir kişiyi gündüz bir saat hapsetmiştir. Bilindiği üzere bu hapis, bir ceza olmayıp sadece karanlıkta kalan bazı noktaları aydınlatmak amacıyla gözaltı hapsidir.

Üçüncü hususa gelince; suçu ispatlanmadan sanığın cezaya çarptırılmamasını ve Allah’ın ahirette azap kıldığı şeyle -ki o ateştir- cezalandırmanın, yani ateşle yakarak cezalandırmanın caiz olmamasını kapsar. Suç ispatlanmadan cezaya çarptırılmamasına gelince; bunun delili Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şu hadisidir:

«لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا»

“Şayet delil (kanıt) olmadan birini recmedecek olsaydım kesinlikle onu (o kadını) recmederdim.” [İbn-u Abbas/Muttefekun aleyh] Oysa İbn-u Abbas’ın sözünden anlaşıldığı üzere o, zina yapmakla tanınan bir kadındı. Dolayısıyla itiraf etmesi için sanığın cezaya çarptırılması caiz olsaydı fahişeliği açıktan yapmasına rağmen kesinlikle itiraf etmesi için o kadın cezalandırılırdı. Dolayısıyla da kesinlikle sanığın cezalandırılması helal değildir. Bundan dolayı suçu ispatlanmadan sanığa vurmak ve sövmek haram olduğu gibi suç işlediği ispat edilmedikçe herhangi bir cezaya çarptırılması da haramdır. Nitekim İbnu Abbas’tan şöyle dediği rivayet edilmesi de bunu teyit etmektedir:

 »شَرِبَ رَجُلٌ فَسَكِرَ، فَلُقِيَ يَمِيلُ فِي الْفَجِّ، فَانْطُلِقَ بِهِ إِلَى النَّبِيِّ  فَلَمَّا حَاذَى بِدَارِ الْعَبَّاسِ انْفَلَتَ فَدَخَلَ عَلَى الْعَبَّاسِ فَالْتَزَمَهُ، فَذُكِرَ ذَلِكَ لِلنَّبِيِّ    فَضَحِكَ وَقَالَ: أَفَعَلَهَا وَلَمْ يَأْمُرْ فِيهِ بِشَيْءٍ«

“Bir adam içip sarhoş oldu. Dar bir yolda yatarken bulundu. Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e götürülürken Abbas’ın evine yaklaşınca kaçıp kurtularak Abbas’ın evine girdi ve boynuna sarıldı. Bu durum Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], söylenince güldü ve dedi ki: “Öyle mi yaptı.” Onun hakkında hiç bir şey emretmedi.” [Ebû Davud ve Ahmed tahric etti / Lafız Ebû Davud’a ait] Böylece Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], yanında itiraf etmemesinden ve bu hususta şahitlik yapılmamasından dolayı bu adama had uygulamamıştır. Bu da demektir ki sarhoşlukla suçlanmasına rağmen bu onun üzerinde ispat edilmemiştir. Dolayısıyla itiraf etmesi için cezalandırılmamış ve sırf itham edilmesinden dolayı herhangi bir cezaya çarptırılmamıştır. Bundan dolayı Kadâ Meclisinde yargı yetkisi olan bir kâdının huzurunda hakkında suç sabit olmadan sanığın cezalandırılması doğru değildir. İfk hadisinde Ali [RadiyAllahu Anh]’ın Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in önünde cariyeye vurduğu rivayetine gelince; cariye bir sanık değildi. Dolayısıyla sanığa vurulmasının caiz olduğuna dair delil olmaya uygun değildir. Ayrıca Ali’nin Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in cariyesi Berire’ye vurması hadisini el-Buhari, Aişe kanalıyla şöyle rivayet etmiştir: Ali, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e dedi ki: “Cariyeye sor.” Ona soran bizzat Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’di ve hadiste Ali’nin cariyeye vurduğunu zikretmemiştir. Zira hadiste şöyle geçmiştir:

»وَأَمَّا عَلِيُّ بْنُ أَبِي طَالِبٍ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، لَمْ يُضَيِّقِ اللَّهُ عَلَيْكَ وَالنِّسَاءُ، سِوَاهَا كَثِيرٌ، وَإِنْ تَسْأَلِ الْجَارِيَةَ تَصْدُقْكَ، قَالَتْ: فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ   بَرِيرَةَ فَقَالَ: أَيْ بَرِيرَةُ«

“Ali İbn-u Ebi Talib de dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Allah sana darlık vermez. Ondan başka kadın mı yok. Cariyeye sorarsan o seni tasdik edecektir.” (Aişe) dedi ki: Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Berire’yi çağırdı ve dedi ki: “Ey Berire!” el-Buhari’nin başka bir rivayetinde ise şöyle geçmiştir:

»وَلَقَدْ جَاءَ رَسُولُ اللَّهِ   بَيْتِي فَسَأَلَ عَنِّي خَادِمَتِي، فَقَالَتْ: لاَ وَاللَّهِ، مَا عَلِمْتُ عَلَيْهَا عَيْبًا إِلاَّ أَنَّهَا كَانَتْ تَرْقُدُ حَتَّى تَدْخُلَ الشَّاةُ فَتَأْكُلَ خَمِيرَهَا أَوْ عَجِينَهَا، وَانْتَهَرَهَا بَعْضُ أَصْحَابِهِ فَقَالَ: اصْدُقِي رَسُولَ اللَّهِ   حَتَّى أَسْقَطُوا لَهَا بِهِ«

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], evime geldi ve benim hakkımda hizmetçime sordu. Bunun üzerine (Berire) dedi ki: “Hayır Allah’a yemin olsun ki uyuması ve bu sırada keçinin gelip mayalı hamurunu veya hamurunu yemesi dışında onun bir ayıbını görmedim.” Resulün bazı sahabesi onu azarlayarak şöyle dediler: “Resulullah’a doğru söyle.” Hatta ona meseleyi açıkça sordular.” el-Buhari, Ali’nin cariyeye vurduğunu zikretmemiştir. Ancak başka rivayetlerde Ali’nin cariyeye vurduğu zikredilmiştir. Zira İbn-u Hişam, Ali’nin ona vurduğunu zikretmiştir. Nitekim İbn-u Hişam, sîretinde İbn-u İshak’tan o da müminlerin annesi Aişe [RadiyAllahu Anhâ]’den şöyle rivayet edilmiştir:

»وَأَمَّا عَلِيٌ فَإِنَّهُ قَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ النِّسَاءَ كَثِيرٌ، وَإِنَّكَ لَقَادِرٌ عَلَى أَنْ تَسْـتَخْـلِـفَ، وَسَـلِ الْجَـارِيَـةَ فَإِنَّهَا سَـتَـصْـدُقُـكَ،  فَدَعَا رَسُـولُ اللَّهِ   بَرِيرَةَ لِيَسْـأَلَهَا، فَقَامَ إِلَيْهَا عَلِيُّ بْنُ أَبِي طَالِبٍ فَضَـرَبَهَا ضَرْباً شَدِيداً وَيَقُولُ: اصْدُقِي رَسُـولَ اللَّهِ   قَـالَـتْ، فَتَقُولُ: وَاللَّهِ مَا أَعْلَمُ إِلاَّ خَيْراً«

 “Ali de dedi ki: Ey Allah’ın Resulü! Kadından çok ne var ve şüphesiz sen çocuk yapmaya muktedirsin. Cariyeye sor şüphesiz o seni tasdik edecektir.” Bunun üzerine Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Aişe’nin durumunu sormak için Berire’yi çağırdı. Derken Ali İbn-u Ebi Talib, Berire’ye doğru ilerleyerek ona şiddetli bir yumruk vurdu ve dedi ki: “Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e doğru söyle.” (Aişe) bunun üzerine Berire şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki hayırdan başka bir şey bilmiyorum.” Bu rivayet sıhhatli kabul edilse dahi sanığa vurmanın caizliğine delalet etmez. Çünkü cariye Berire, bu meselede sanık olmadığı gibi şahit olduğu da söylenemez. Zira sanığa vurulmaması Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in Berire dışında başkalarına sorması ve onlara vurmaması deliline binaen şahit olması yüzünden değildir. Mesela kız kardeşi Hamne Bintu Cehş Aişe hakkında dedikodu yapmasına rağmen Zeynep Bintu Cehş’e sormuş ve ona vurmamıştır. Zira el-Buhari, ifk hadisinde şöyle diyor:

 «قَالَتْ وَطَفِقَتْ أُخْتُهَا حَمْنَةُ تُحَارِبُ لَهَا، فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ»

 “(Aişe ) dedi ki: “Kız kardeşi Hamne, onunla mücadele etmeye başladı. Böylece helak olanlar arasında helak oldu.” Dolayısıyla Zeynep, olayı bildiği zannedilen kimse konumundaydı ve sorgulandığı halde ona vurulmamıştır. Bundan dolayı Berire’ye şahit olması itibarıyla vurulmuştur denilmez. Zira ona ancak Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in hizmetçisi olması itibarıyla vurulmuştur. Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in hizmetçisine vurmaya ve ona vurulmasına izin vermeye hakkı vardır. Zira Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] kendi hizmetçisine ve başkalarına sormuş, Ali’nin hizmetçisine vurması ve sahabenin onu azarlaması karşısında sessiz kalmış, başkalarına vurmadığı gibi başkalarına vurulması karşısında da sessiz kalmamıştır ki işte bunlar, hizmetçisi olmasından dolayı ona vurulmasını caiz kıldığına delalet etmektedir. O halde kişinin terbiye etmek veya bir konuyu araştırmak amacıyla hizmetçisine vurmaya hakkı vardır. Dolayısıyla bu hadis, hem sanığa hem de şahide vurmanın caizliğine dair delil olmaya uygun değildir. Bilakis bu hadis, terbiye etmek veya bir konuyu araştırmak amacıyla kişinin hizmetçisine vurmasının caizliğine dair bir delildir. Böylece bu hadisle sanığa vurmanın caizliğine dair istidlal ortadan kalkmış ve ona vurmanın caiz olmadığına dair delil sabit kalmış olur ki o da Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şu kavlidir:

 «لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا»

“Şayet delil (kanıt) olmadan birini recmedecek olsaydım kesinlikle onu (o kadını) recmederdim.” [İbn-u Abbas/Muttefekun aleyh] Dolayısıyla sanığa vurmak, sövmek, azarlamak ve işkence etmek kesinlikle helal değildir. Ancak hapsedilmesine dair delil varit olmasından dolayı onun hapsedilmesi doğrudur. Suç işlediği ispat edilmeden önce sanığı cezalandırmanın caiz olmaması açısından böyledir. Allah’ın ahirette azap kıldığı şeyle cezalandırmanın caiz olmaması açısından olana gelince; bunun delili el-Buhari’nin Ikrime’den şöyle dediğini tahric etmesidir:

»أُتِيَ عَلِيٌّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ بِزَنَادِقَةٍ فَأَحْرَقَهُمْ، فَبَلَغَ ذَلِكَ ابْنَ عَبَّاسٍ فَقَالَ: لَوْ كُنْتُ أَنَا لَمْ أُحْرِقْهُمْ لِنَهْيِ رَسُولِ اللَّهِ    لاَ تُعَذِّبُوا بِعَذَابِ اللَّهِ«

“Ali [RadiyAllahu Anh]’a bir takım zındıklar getirildi. O da onları yaktı. Bu durum İbn-u Abbas’a ulaşınca dedi ki: “Ben olsaydım Resulullah’ın Allah’ın azabı ile azap etmeyi yasaklamasından dolayı onları yakmazdım.” el-Buhari, Ebî Hurayra’dan Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu tahric etmiştir:

«وَإِنَّ النَّارَ لا يُعَذِّبُ بِهَا إِلاَّ اللَّهُ»

“Ateşle ancak Allah azaplandırır.” Ebû Davud, İbn-u Mesud hadisinden bir kıssa hakkında şu lafzı tahric etmiştir:

«فَإِنَّهُ لا يُعَذِّبُ بِالنَّارِ إِلاَّ رَبُّ النَّارِ»

“Şüphesiz ateşle ancak ateşin Rabbi azaplandırır.” Buna göre Kadâ Meclisinde yargı yetkisi olan bir kâdının önünde sanığın bir suç işlediği ispatlanırsa ateş, elektrik gibi ateş benzeri ve Allah’ın azaplandırdığı bir şeyle cezalandırmak caiz değildir. Şâri’nin belirttiği cezaların dışında bir ceza ile cezalandırılması da caiz değildir. Zira Şâri, suçluların cezalandırılacağı ukubatları belirlemiştir ki bunlar şunlardır: Öldürmek, kırbaçlamak, recmetmek, sürgün etmek, kesmek, hapsetmek, malını telef etmek, para cezası vermek, teşhir etmek ve bedenin herhangi bir kısmını ateşle dağlamak. Bunların dışında başka bir şey ile bir kişiyi cezalandırmak helal değildir. Mesela bir kişi ateşle yakılarak cezalandırılmaz ancak malını yakmak caizdir. Bir kişi tırnakları sökülerek veya gözü çıkartılarak veya elektriğe verilerek veya suda boğarak veya üzerine soğuk su dökerek veya aç bırakılarak veya soğuktan koruyacak ihtiyaçları olmadan açıkta bırakılarak veya benzeri şeylerle cezalandırılmaz. Bilakis cezalandırılırken şeriatın getirdiği ukubatlarla sınırlı kalınır ve yöneticinin bunların dışındaki bir şeyi suçlu için ceza olarak belirlemesi haramdır. Bundan dolayı bir kişiye işkence yapılması kesinlikle caiz değildir ve bunu kim yaparsa şeriata muhalefet etmiş olur. Eğer bir kişinin başka bir kişiye işkence ettiği ispat edilirse bundan dolayı cezalandırılır. İşte bunlar on üçüncü maddenin delilleridir.

 

 

 

المادة 13:   الأصل براءة الذمة، ولا يعاقب أحد إلا بحكم محكمة، ولا يجوز تعذيب أحد مطلقاً، وكل من يفعل ذلك يعاقب.

المادة 13:   الأصل براءة الذمة، ولا يعاقب أحد إلا بحكم محكمة، ولا يجوز تعذيب أحد مطلقاً، وكل من يفعل ذلك يعاقب.

وتتضمن هذه المادة ثلاثة أمور:

 الأصل براءة الذمة

أحدهاقاعدة الأصل براءة الذمة، والثاني عدم إيقاع العقوبة إلا بحكم قاض، والثالث عدم جواز التعذيب. أما الأمر الأول فدليله ما روي عن وائل بن حجر قال: «جَاءَ رَجُلٌ مِنْ حَضْرَمَوْتَ وَرَجُلٌ مِنْ كِنْدَةَ إِلَى النَّبِيِّ صلى الله عليه وآله وسلم، فَقَالَ الْحَضْرَمِيُّ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنَّ هَذَا قَدْ غَلَبَنِي عَلَى أَرْضٍ لِي كَانَتْ لأَبِي، فَقَالَ الْكِنْدِيُّ: هِيَ أَرْضِي فِي يَدِي أَزْرَعُهَا لَيْسَ لَهُ فِيهَا حَقٌّ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم لِلْحَضْرَمِيِّ: أَلَكَ بَيِّنَةٌ؟ قَالَ: لاَ، قَالَ: فَلَكَ يَمِينُهُ، قَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنَّ الرَّجُلَ فَاجِرٌ لا يُبَالِي عَلَى مَا حَلَفَ عَلَيْهِ وَلَيْسَ يَتَوَرَّعُ مِنْ شَيْءٍ، فَقَالَ: لَيْسَ لَكَ مِنْهُ إِلاَّ ذَلِكَ» أخرجه مسلم، وقال عليه الصلاة والسلام: «البينة على المدعي، واليمين على من أنكر» أخرجه البيهقي بسند صحيح. ففي الحديث الأول كلف الرسول صلى الله عليه وآله وسلم المدعي بالبينة، وهذا يعني أن المدعى عليه بريء حتى تثبت إدانته، وفي الحديث الثاني بيّن رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم أن الأصل في وجوب البينة إنما هو على المدعي، وهو دليل على أن المدعى عليه بريء حتى تثبت إدانته.

ولا يعاقب أحد إلا بحكم محكمة

وأما الأمر الثانيفإن دليله قول الرسول صلى الله عليه وآله وسلم:«... مَنْ أَخَذْتُ لَهُ مَالاً فَهَذَا مَالِي فَلْيَأْخُذْ مِنْهُ، وَمَنْ جَلَدْتُ لَهُ ظَهْراً فَهَذَا ظَهْرِي فَلْيَقْتَصَّ مِنْهُ ...» أخرجه أبو يعلى عن الفضل بن عباس. قال الهيثمي وفي إسناد أبي يعلى عطاء بن مسلم وثقه ابن حبان وغيره وضعفه آخرون وبقية رجاله ثقات. وورد في المعجم الأوسط للطبراني بلفظ «فَمَنْ كنتُ جَلَدْتُ لَهُ ظَهْراً فَهذا ظَهري فَلْيَسْتَقِدْ مِنْهُ وَمَنْ كنتُ شَتَمْتُ لَهُ عِرْضاً فَهذا عِرْضي فَلْيَسْتَقِدْ مِنْهُ ومَنْ كنتُ أَخَذْتُ له مالاً فهذا مالي فَلْيَسْتَقِدْ منه». وفي البداية والنهاية لابن كثير بلفظ «أَلا فَمَنْ كنتُ جَلَدْتُ له ظَهراً فهذا ظهري فَلْيَسْتَقِدْ ومن كنت أخذت له مالا فهذا مالي فَلْيَأْخُذْ منه ومن كنت شتمت له عِرْضاً فهذا عِرْضي فليستقد». وقد قال الرسول صلى الله عليه وآله وسلم ذلك وهو حاكم، وهو يعني من عاقبته دون حق فليقتص مني، وهو دليل على تحريم أن يعاقب الحاكم أحداً من الرعية من غير أن يثبت عليه ارتكاب ذنب يستحق عليه هذه العقوبة. وأيضاً ففي قصة الملاعنة قال النبي صلى الله عليه وآله وسلم: «لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا» متفق عليه واللفظ لمسلم، وهذا يعني أنه لم يرجمها لعدم وجود بينة مع وجود شبهة فيها. بدليل ما ورد من حديث ابن عباس عن اللذين لاعن الرسول صلى الله عليه وآله وسلم بينهما حيث جاء ما نصه: "فقال رجل لابن عباس في المجلس: أهي التي قال رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم:«لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا؟» فقال ابن عباس: لا، تلك امرأة كانت تظهر في الإسلام السوء" متفق عليه، أي كانت تعلن بالفاحشة، ولكنه لم يثبت ذلك عليها ببينة ولا اعتراف. وهذا يعني أن شبهة الزنا كانت موجودة عليها، ومع ذلك لم يرجمها الرسول صلى الله عليه وآله وسلم لأنه لم يثبت عليها فقال: «لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَـيْرِ بَـيِّـنَةٍ لَرَجَمْـتُهَا» و"لو" حرف امتناع لامتناع؛ فامتنع الرجم لامتناع البينة، وهذا دليل على أن الحاكم لا يجوز له أن يوقع عقوبة على أحد من الرعية إلا بعد أن يرتكب ذنباً نص الشرع على أنه ذنب، وبعد أن يثبت ارتكابه هذا الذنب أمام قاض له صلاحية القضاء في مجلس قضاء؛ لأن البينة لا تعتبر بينة إلا إذا كانت أمام قاض له صلاحية القضاء وفي مجلس قضاء. إلا أن للحاكم أن يحبس المتهم بذنب قبل ثبوت التهمة ريثما يقدم للمحاكمة للبت في أمر التهمة، غير أن هذا الحبس لا بد أن يكون مدة محددة ولا يصح أن يحبسه من غير تحديد مدة، وأن تكون هذه المدة قصيرة، والدليل على جواز حبس المتهم ما أخرجه الترمذي وحسنه، وأخرجه أحمد أيضا، وقال الحاكم عن الحديث صحيح الإسناد من حديث بهز بن حكيم عن أبيه عن جده: «أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وآله وسلم حَبَسَ رَجُلاً فِي تُهْمَةٍ، ثُمَّ خَلَّى عَنْهُ» وأخرج الحاكم كذلك من حديث أبي هريرة وفيه: «أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وآله وسلم حَبَسَ فِي تُهْمَةٍ يَوْماً وَلَيْلَةً»، ومع أن في سنده إبراهيم بن خيثم، وفيه مقال، إلا أنه قد جاء في رواية أخرى للحديث عند البيهقي في الكبرى وابن الجارود في المنتقى عن بهز بن حكيم بن معاوية عن أبيه عن جده: «أنَّ النبيَّ صلى الله عليه وآله وسلم حَبَسَ رَجُلاً في تُهْمَةٍ ساعةً مِنْ نَهارٍ ثُمَّ خَلَّى عنه».

وكل هذا دليل على أنه لا بد من تحديد المدة في هذا الحبس، وأن تكون أقل مدة ممكنة، لأن الرسول صلى الله عليه وآله وسلم حبسه ثم خلى عنه، وأنه حبسه يوماً وليلة، وأنه حبسه ساعة من نهار. علماً بأن هذا الحبس ليس عقوبة وإنما هو حبس استظهار لينكشف به بعض ما وراءه.

ولا يجوز تعذيب أحد مطلقاً

وأما الأمر الثالثفهو يشمل عدم إيقاع العقوبة على المتهم قبل أن يثبت عليه الذنب، ويشمل عدم جواز إيقاع العقوبة بما جعله الله عذاباً في الآخرة وهو النار، أي عدم جواز العقوبة بالحرق بالنار. أما عدم إيقاع العقوبة قبل أن يثبت الذنب فإن الدليل عليه حديث الرسول صلى الله عليه وآله وسلم: «لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا» متفق عليه من حديث ابن عباس، مع أنها كانت امرأة معروفة بالزنا كما يفهم من كلام ابن عباس. فلو جاز إيقاع العقوبة بالمتهم ليعترف لعوقبت هذه لتعترف مع أنها كانت تعلن بالفاحشة. فلا يحل عقاب المتهم مطلقاً؛ ولهذا يحرم ضرب المتهم قبل ثبوت التهمة، ويحرم شتمه أو إيقاع أي عقوبة عليه ما دام لم يثبت عليه ارتكاب ذنب. ويؤيد هذا ما روي عن ابن عباس قال: «شَرِبَ رَجُلٌ فَسَكِرَ، فَلُقِيَ يَمِيلُ فِي الْفَجِّ، فَانْطُلِقَ بِهِ إِلَى النَّبِيِّ صلى الله عليه وآله وسلم فَلَمَّا حَاذَى بِدَارِ الْعَبَّاسِ انْفَلَتَ فَدَخَلَ عَلَى الْعَبَّاسِ فَالْتَزَمَهُ، فَذُكِرَ ذَلِكَ لِلنَّبِيِّ صلى الله عليه وآله وسلم فَضَحِكَ وَقَالَ: أَفَعَلَهَا وَلَمْ يَأْمُرْ فِيهِ بِشَيْءٍ» أخرجه أبو داود وأحمد واللفظ للأول، فالرسول صلى الله عليه وآله وسلم لم يقم على ذلك الرجل الحد لكونه لم يقر لديه، ولا قامت عليه بذلك الشهادة عنده. وهذا يعني أنه متهم بالسكر ولم يثبت عليه، فلم يعاقب حتى يعترف، ولم توقع عليه أية عقوبة لمجرد التهمة. ولهذا لا يصح أن توقع أية عقوبة على المتهم قبل ثبوت التهمة عليه أمام قاض له صلاحية القضاء في مجلس قضاء. وأما ما روي في حديث الإفك أن علياً رضي الله عنه ضرب الجارية أمام الرسول صلى الله عليه وآله وسلم، فإن الجارية لم تكن متهمة، فلا يصلح دليلاً على جواز ضرب المتهم، على أن حديث ضرب علي لبريرة جارية الرسول صلى الله عليه وآله وسلم، قد رواه البخاري من طريق عائشة أن علياً قال للرسول صلى الله عليه وآله وسلم: اسأل الجارية، والرسول صلى الله عليه وآله وسلم هو الذي سألها ولم يذكر فيه أن علياً ضرب الجارية، فقد جاء فيه: «وَأَمَّا عَلِيُّ بْنُ أَبِي طَالِبٍ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، لَمْ يُضَيِّقِ اللَّهُ عَلَيْكَ وَالنِّسَاءُ، سِوَاهَا كَثِيرٌ، وَإِنْ تَسْأَلِ الْجَارِيَةَ تَصْدُقْكَ، قَالَتْ: فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم بَرِيرَةَ فَقَالَ: أَيْ بَرِيرَةُ» الحديث. وفي رواية أخرى للبخاري: «وَلَقَدْ جَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم بَيْتِي فَسَأَلَ عَنِّي خَادِمَتِي، فَقَالَتْ: لاَ وَاللَّهِ، مَا عَلِمْتُ عَلَيْهَا عَيْبًا إِلاَّ أَنَّهَا كَانَتْ تَرْقُدُ حَتَّى تَدْخُلَ الشَّاةُ فَتَأْكُلَ خَمِيرَهَا أَوْ عَجِينَهَا، وَانْتَهَرَهَا بَعْضُ أَصْحَابِهِ فَقَالَ: اصْدُقِي رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم حَتَّى أَسْقَطُوا لَهَا بِهِ» ولم يذكر البخاري أن علياً ضرب الجارية. غير أنه في روايات أخرى ذكر أن علياً ضرب الجارية، فقد ذكر ابن هشام أنه ضربها، فقد جاء في سـيرة ابـن هشـام عـن ابـن إسحق عن عائشة أم المؤمنين رضي الله عنها: «وَأَمَّا عَلِيٌ فَإِنَّهُ قَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ النِّسَاءَ كَثِيرٌ، وَإِنَّكَ لَقَادِرٌ عَلَى أَنْ تَسْـتَخْـلِـفَ، وَسَـلِ الْجَـارِيَـةَ فَإِنَّهَا سَـتَـصْـدُقُـكَ، فَدَعَا رَسُـولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم بَرِيرَةَ لِيَسْـأَلَهَا، فَقَامَ إِلَيْهَا عَلِيُّ بْنُ أَبِي طَالِبٍ فَضَـرَبَهَا ضَرْباً شَدِيداً وَيَقُولُ: اصْدُقِي رَسُـولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم، قَـالَـتْ، فَتَقُولُ: وَاللَّهِ مَا أَعْلَمُ إِلاَّ خَيْراً» وهذه الرواية على فرض صحتها فإنها لا تدل على جواز ضرب المتهم؛ لأن الجارية بريرة لم تكن متـهـمـة في هـذه القضية، ولا يقال إنها شاهدة فإنها لم تضرب باعتبارها شاهدة، بدليل أن الرسول صلى الله عليه وآله وسلم سأل غيرها ولم يضربه، فقد سأل زينب بنت جحش ولم يضربها، مع أن أختها حمنة بنت جحش كانت تشيع عن عائشة إذ يقول البخاري في حديث الإفك: «قَالَتْ وَطَفِقَتْ أُخْتُهَا حَمْنَةُ تُحَارِبُ لَهَا، فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ» فكانت زينب محل مظنة المعرفة وسئلت ولم تضرب. ولهذا لا يقال إن بريرة ضربت باعتبارها شاهدة، فإنها إنما ضربت باعتبارها خادمة الرسول صلى الله عليه وآله وسلم، وللرسول صلى الله عليه وآله وسلم أن يضرب خادمته وأن يأذن بضربها. فسأل الرسول صلى الله عليه وآله وسلم خادمته وسأل غيرها وسكت عن ضرب علي لخادمته وعن انتهار الصحابة لها ولم يضرب غيرها، ولم يسكت عن ضرب غيرها مما يدل على أنه إنما جاز ضربها لأنها خادمته. وللمرء أن يضرب خادمه تأديباً أو تحقيقاً عن أمر. فهذا الحديث لا يصلح دليلاً على جواز ضـرب المتـهم ولا على جواز ضرب الشاهد، بل هو دليل على جواز ضرب الرجل خادمه تأديباً أو تحقيقاً عن أمر. وبهذا يسقط الاستدلال بهذا الحـديـث على جواز ضرب المتهم، ويبقى الدليل على عدم جواز ضربه قائماً وهو قول الرسول صلى الله عليه وآله وسلم: «لَوْ كُنْتُ رَاجِمًا أَحَدًا بِغَيْرِ بَيِّنَةٍ لَرَجَمْتُهَا» متفق عليه من طريق ابن عباس، فلا يحل ضرب المتهم ولا شتمه ولا انتهاره ولا تعذيبه مطلقاً، وإنما يصح حبسه لورود الدليل على ذلك.

هذا بالنسـبة لعدم جواز إيقاع العقوبة على المتهم قبل أن يثبت الذنب عليه، أما بالنسبة لعدم جواز إيقاع العقوبة بما جعله الله عذاباً في الآخرة، فإن الدليل عليه ما أخرجه البخاري عن عكرمة قال: «أُتِيَ عَلِيٌّ رَضِيَ اللَّهُ عَنْهُ بِزَنَادِقَةٍ فَأَحْرَقَهُمْ، فَبَلَغَ ذَلِكَ ابْنَ عَبَّاسٍ فَقَالَ: لَوْ كُنْتُ أَنَا لَمْ أُحْرِقْهُمْ لِنَهْيِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم لاَ تُعَذِّبُوا بِعَذَابِ اللَّهِ» وأخرج البخاري من حديث أبي هريرة أن النبي صلى الله عليه وآله وسلم قال: «وَإِنَّ النَّارَ لا يُعَذِّبُ بِهَا إِلاَّ اللَّهُ» وأخرج أبو داود من حديث ابن مسعود في قصة بلفظ: «فَإِنَّهُ لا يُعَذِّبُ بِالنَّارِ إِلاَّ رَبُّ النَّارِ». وعلى هذا فإنه إذا ثبت على المتهم أمام قاض له صلاحية القضاء وفي مجلس قضاء أنه ارتكب الجريمة المتهم بها، فإنه لا يجوز أن يعاقب بالنار ولا بما هو مثلها مثل الكهرباء ولا بشيء يعذب به الله. وكذلك لا يجوز أن يوقع عليه إلا العقوبات التي نص الشارع عليها. فالشارع قد حدد العقوبات التي يعاقب بها المذنبون، وهي: القتل، والجلد، والرجم، والنفي، والقطع، والحبس، وإتلاف المال، والتغريم، والتشهير، والكي بالنار لأي جزء من أجزاء الجسم، وما عداها لا يحل أن يعاقب به أحد، فلا يعاقب أحد بالحرق بالنار، ولكن يجوز أن يحرق ماله. ولا يعاقب أحد بقلع الأظافر، أو رموش العين، ولا بتسليط الكهرباء عليه، أو بإغراقه بالماء، أو بصب الماء البارد عليه، أو بتجويعه، أو بإبقائه دون حاجات تحمي من البرد، أو غير ذلك. بل يقتصر في معاقبته على ما ورد الشرع به من عقوبات، وما عدا ذلك يحرم على الحاكم أن يجعله عقاباً للمذنب. ولهذا لا يجوز تعذيب أحد مطلقاً، ومن فعل ذلك خالف الشرع. وإذا ثبت أن أحداً قد عذب غيره فإنه يعاقب على ذلك، وهذه هي أدلة المادة الثالثة عشرة.