Hilafet Devleti, Anayasa, Madde 141: Devletin, tebaanın maslahatı olarak gördüğü herhangi bir maslahat için, mevat araziyi ve genel mülkiyet kapsamına girenleri koruma altına alması caizdir.

Bu maddenin delili; Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunun rivayet edilmesidir:

«ثَلاثٌ لا يُمْنَعْنَ: الْمَاءُ وَالْكَلأُ وَالنَّارُ»

 "Himaye ancak Allah'a ve Resulüne aittir." [el-Buhari, Sa'b İbn-u Cesâme'den tahric etti] El-Hamyu, Müslümanların geneline ait olan bir şeyin himaye altına alınarak insanların ondan men edilmesi ve bu yolla tahsis edilmesidir. Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bunu yasaklamış, yani haram kılmıştır. Dolayısıyla bir kimsenin bunu yapması helal olmadığı gibi halifenin bunu kendi adına yapması da helal olmaz. Çünkü Allah'ın haram kıldığı bir şey helalleştirilmez. Devletin, kamu mülkiyetine dahil olan bir şeyi başkalarının ondan faydalanmasını engelleyecek şekilde bir kimseye mülk edindirmesinin yasaklanması işte buradan kaynaklanmaktadır. Devletin kendisine, yani halifeye gelince; kendisi için değil de Müslümanların maslahatlarından bir maslahatı için kamu mülkiyetine dahil olan mevat araziden bir şeyi tahsis etmesi caizdir. Bunun delili, İbn-u Ömer'in şöyle dediğinin rivayet edilmesidir:

 «حَمَى النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم النَّقِيعَ لِخَيْلِ الْمُسْلِمِينَ»

 "Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Müslümanların atları için en-Nakîa'yı himaye altına aldı." [İbn-u Hibban, İbn-u Ömer'den tahric etti] En-Nakîa, suyun biriktiği ve suyun birikmesinden dolayı verimin çok olduğu bir yerdir, yani verimli bir meradır. Yine Ebu Ubeyd, Amir İbn-u Abdullah İbn-uz Zubeyr'den -sanırım- o da babasının şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«أَتَى أَعْرَابِيٌّ عُمَرَ فَقَالَ: يَا أَمِيرَ الْمُؤْمِنِينَ، بِلادُنَا قَاتَلْنَا عَلَيْهَا فِي الجَّاهِلِيَّةِ، وَأَسْلَمْنَا عَلَيْهَا فِي الإِسْلاَمِ، عَلامَ تَحْمِيهَا؟ قَالَ: فَأَطْرَقَ عُمَرُ، وَجَعَلَ يَنْفُخُ وَيَفْتُلُ شَارِبَهُ، وَكَانَ إِذَا كَرِبَهُ أَمْرٌ فَتَلَ شَارِبَهُ وَنَفَخَ، فَلَمَّا رَأَى الأَعْرَابِيُّ مَا بِهِ جَعَلَ يُرَدِّدُ ذَلِكَ عَلَيْهِ، فَقَالَ عُمَرُ: الْمَالُ مَالُ اللهِ، وَالْعِبَادُ عِبَادُ اللهِ، واللهِ لَوْلاَ مَا أَحْمِلُ عَلَيْهِ فِي سَبِيلِ اللهِ مَا حَمَيْتُ مِنَ الأَرْضِ شِبْراً فِي شِبْرٍ»

 "Bir Arabî, Ömer’e gelip şöyle dedi: "Ey Müminlerin Emîri! Cahiliyede iken bu topraklarımız uğrunda savaştık. İslam’da iken de onun üzerinde Müslüman olduk. O halde ne diye himaye koruma altına alıyorsun?" (Ravi) dedi ki: Ömer başını eğip sustu ve bıyığını bükerek solumaya başladı. Bir iş kendisini üzdüğünde, bıyığını büker ve (öfkeyle) solurdu. Arabî onu böyle (suskun) görünce, bunu (sormayı) tekrarlayıp durdu. Bunun üzerine şöyle dedi: "Mal, Allah’ın malıdır. Kullar, Allah’ın kullarıdır. Vallahi, Allah yolunda üzerine taşınanlar olmasaydı, araziden bir karışı bile koruma altına almazdım." Bu, himayenin devlet için caiz olduğu hususunda açıktır. Yani devletin, hayvanların merası gibi kamu mülkiyetine dahil olan bir şeyi Müslümanların lehine tahsis etmesi caizdir. Nitekim sahabe, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'den sonra bunun üzerinde yürümüş ve bu genel olup her halifenin bunu yapmaya hakkı vardır.