Yazdır
Kategori: Ekonomi Sistemi

Hilafet Devleti, Anayasa, Madde 161: Dış ticaret, malın kaynağı bakımından değil, tacirin tabiiyeti bakımından değerlendirilir. Harbî tacirler -tacir veya mal için özel izinleri olmadıkça- beldelerimizde ticaret yapmaktan men edilirler. Muâhid (anlaşmalı) devletlerin tacirleri ise aramızdaki anlaşma gereğince muameleye tabidirler. Tebaadan olan tacirler de beldelerin muhtaç olduğu maddeleri ihraç etmekten ve düşmanları askerî, ekonomik ve sanayi yönünden güçlendirecek maddeleri ihraç etmekten men edilirler. Fakat sahip oldukları herhangi bir malı ithal etmekten men edilmezler. "İsrail" gibi bizimle ehli arasında fiili harp bulunan bir ülke, bu hükümlerden istisna edilir. Bu ülke, ticaret ile ilgili olsun ya da olmasın, kendisi ile olan tüm alakalarda fiili dâr-ul harp hükümlerini alır.

Bu madde şu üç hususu kapsar: Birincisi: Malın, malın kaynağı bakımından değil, tacirin tabiiyeti bakımından değerlendirilmesi. İkincisi: Tacirlerle ilgili hükümlerin tabiiyetlerinin farklılığı ile farklılaşması. Üçüncüsü: İhracat ve ithalatın yasaklandığı durumlar.

 Birinci Hususa Gelince: Bunun delili şudur ki dış ticaretle ilgili birtakım şeri hükümler vardır ki bunlar şunlardır: Alışveriş, malların dâr-ul harpten dâr-ul İslam'a girişi ve dâr-ul İslam'dan dâr-ul harbe girişi, Müslümanların bunlardan zarara maruz kalması ve düşmanın Müslümanlara karşı güçlenmesi ile ilgili hükümler. Şeri hüküm Şâri'in, kulların fiillerine ilişkin hitabıdır. Bunun içindir ki dış ticaret, malın kaynağı ile değil tacirle ilgilidir. Çünkü dış ticaretle ilgili şeri hükümler, ancak insan olması bakımından fertler hakkında inmiştir. Malla ilgili inen hüküm ise sadece mal olması bakımından değil malın muayyen bir ferdin mülkü olması bakımından da malla ilgilidir. Yani sırf mal olması itibarıyla değil muayyen bir ferdin mülk edindiği mal olması itibarıyla demektir. Bundan dolayı dış ticaretle ilgili hükümler, şeriatın kendilerine ve mallarına bakışı, yani Allah'ın onlar ve mülk edindikleri malları hakkındaki hükmü bakımından sadece fertlerle ilgili hükümlerdir. Bundan dolayı dış ticaret hükümleri, malın kaynağı ile değil tacirle ilgilidir.

 İkinci Hususa Gelince: Bunun delili, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in vasiyeti hakkında Süleyman İbn-u Bureyda'nın babasından rivayet ettiği hadiste Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in orduya emir tayin ettiği kimselere şöyle dediği varit olmuştur:

»... ادْعُهُمْ إِلَى الإِسْلامِ، فَإِنْ أَجَابُوكَ فَاقْبَلْ مِنْهُمْ وَكُفَّ عَنْهُمْ، ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ، وَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ إِنْ فَعَلُوا ذَلِكَ فَلَهُمْ مَا لِلْمُهَاجِرِينَ وَعَلَيْهِمْ مَا عَلَى الْمُهَاجِرِينَ، فَإِنْ أَبَوْا أَنْ يَتَحَوَّلُوا مِنْهَا فَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ يَكُونُونَ كَأَعْرَابِ الْمُسْلِمِينَ يَجْرِي عَلَيْهِمْ حُكْمُ اللَّهِ الَّذِي يَجْرِي عَلَى الْمُؤْمِنِينَ، وَلا يَكُونُ لَهُمْ فِي الْغَنِيمَةِ وَالْفَيْءِ شَيْءٌ إِلا أَنْ يُجَاهِدُوا مَعَ الْمُسْلِمِينَ«

"…Önce İslam’a davet et, eğer sana icabet ederlerse onlardan kabul et ve artık onlara dokunma! Sonra kendi darlarından (beldelerinden) dâr-ul muhaciruna (dârul İslam’a) ayrılmaya (hicrete) davet et ve onlara haber ver ki bunu yapmaları halinde Muhacirlerin lehine olan onların da lehine olur, Muhacirlerin aleyhine olan onların da aleyhine olur. Eğer ondan (beldelerinden) ayrılmayı reddederlerse, onlara haber ver ki Müslüman Arabiler (bedeviler) gibi olurlar; müminler üzerine icra edilen Allah’ın hükmü onların da üzerine icra edilir, ama onların ganimette [savaş yoluyla düşmandan alınan mal] ve feyde [savaş olmadan düşmandan alınan mal] hiçbir hakkı olmaz, Müslümanlar ile birlikte cihat etmeleri müstesna." [Muslim rivayet etti] Bu hadisle istidlal yönü şudur ki resulün:

»ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ، وَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ إِنْ فَعَلُوا ذَلِكَ فَلَهُمْ مَا لِلْمُهَاجِرِينَ وَعَلَيْهِمْ مَا عَلَى الْمُهَاجِرِينَ«

"Sonra kendi darlarından (beldelerinden) dâr-ul muhaciruna (dâr-ul İslam’a) ayrılmaya (hicrete) davet et ve onlara haber ver ki bunu yapmaları halinde Muhacirlerin lehine olan onların da lehine olur" kavli, bizim lehimize ve aleyhimize olanların onların da lehine ve aleyhine olması, yani devletin hükümleri onlara tatbik etmesinin kendilerini de kapsaması için ayrılma şartını koşan bir nasstır. Eğer ayrılmazlarsa bizim lehimize ve aleyhimize olanlar onların da lehine ve aleyhine olmayacaktır. Dolayısıyla onlara hükümler tatbik edilmeyecektir. Ayrıca resul, Muhacirlerin dârına ayrılmayı fey ve ganimetten hak elde etmelerinin bir şartı olarak görmüştür. Diğer mallar da buna kıyas edilir. Dolayısıyla malın hükmü bakımından Muhacirlerin dârına ayrılmayan bir kimse maldan mahrum olması bakımından diğer Müslümanlar gibi olurlar. Bu da mali hükümlerin ona tatbik edilmemesi demektir. Çünkü o, Muhacirlerin dârına ayrılmamıştır. Muhacirlerin dârı ise dâr-ul İslam'dır ve onun dışında kalan yerler dâr-ı küfürdür. Bunun içindir ki resul, dâr-ı küfür olması itibarıyla Muhacirlerin dârı dışındaki tüm beldelere savaş açardı. Ancak sakinleri Müslüman ise onlarla savaşmaz onları öldürmez bilakis onları, dâr-ul İslâm'a gitmeye davet ederdi. Gayrimüslimse bu hadisin de delalet ettiği üzere onlarla savaşırdı. Aynı şekilde Enes'ten rivayet edilen şu hadis de buna delalet etmektedir:

»كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم إِذَا غَزَا قَوْمًا لَمْ يُغِرْ حَتَّى يُصْبِحَ، فَإِنْ سَمِعَ أَذَانًا أَمْسَكَ، وَإِنْ لَمْ يَسْمَعْ أَذَانًا أَغَارَ بَعْدَ مَا يُصْبِحُ«

"Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bir kavme saldıracağı zaman sabah oluncaya kadar saldırmazdı. Eğer ezan sesi işitirse (saldırmaktan) vazgeçerdi. Ezan sesi işitmezse sabah olur olmaz saldırırdı." [el-Buhari tahric etti] Dolayısıyla Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Muhacirlerin dârı, yani dâr-ul İslam dışındaki yerlerin sakinleri Müslüman olsa dahi dâr-ul harp, yani dâr-ul küfür olarak değerlendirirdi. Dolayısıyla buraların hükmü, mali hükümler de dahil hükümlerin tatbiki bakımından dâr-ul küfür hükmü gibidir. Dâr-ul küfürdeki Müslümanlarla savaşılmaması, öldürülmemeleri, mallarının alınmaması ve gayrimüslimlerle savaşılması, öldürülmeleri ve mallarının alınması dışında Müslümanlar ile gayrimüslimler arasında fark gözetilmez. Bunların dışında haklarındaki hüküm aynıdır. Dâr-ul küfür ile dâr-ul İslam'ın hükmü işte budur. Dolayısıyla her kim dâr-ul küfür veya dâr-ul harpta ikamet ederse Müslüman yada gayrimüslim olsun küfür tabiiyetini taşır ve Müslümanın kanı ile malının korunması dışında ona dâr-ul küfür hükümleri tatbik edilir. Buna göre Müslüman yada gayrimüslim olsun harbî tacir beldelerimize ancak emanla girebilir. Çünkü o, bir harbîdir. Çünkü resul, şöyle buyurmuştur:

»وَذِمَّةُ الْمُسْلِمِينَ وَاحِدَةٌ يَسْعَى بِهَا أَدْنَاهُمْ«

"Müslümanların emanı tektir. Onların en alt seviyede olanı bile verdiği emana uyar." [Ali Radiyallahu Anh kanalıyla muttefekun aleyh] Yine Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Ümmü Hâni'ye şöyle buyurmuştur:

»قَدْ أَجَرْنَا مَنْ أَجَرْتِ يَا أُمَّ هَانِئٍ«

"Senin himaye verdiğine biz de himaye verdik ey Ümmü Hâni!" [Muttefekun aleyh] Dolayısıyla harbî bir kimsenin dâr-ul İslam'a girebilmesi için kendisine eman verilmesi gerekir ve malı da bu eman kapsamına girer. Eğer sadece malını girdirmek istiyorsa bunun için özel bir eman gerekir. Muâhide gelince; ona muahedesine göre muamele edilir. Bu da Allahuteala'nın şu kavlinden dolayıdır:

}فَأَتِمُّوا إِلَيْهِمْ عَهْدَهُمْ{

"Onların ahitlerini tamamlayınız." [et-Tevbe 4] Muâhid hususunda Müslüman ile kafir arasında bir fark yoktur. Çünkü her ikisi de harbî sayılır. Çünkü o, yani Müslüman küfür tabiiyeti taşımaktadır. Dolayısıyla muahede hususunda ona, muâhid harbî muamelesi yapılır. Müslüman yada zımmi olsun İslam tabiiyeti taşıyan kimseye gelince; istediği malı çıkarmasına ve girdirmesine mani olunmaz. Aynı şekilde ondan gümrük vergisi de alınmaz. Herhangi bir malı çıkarmasına ve girdirmesine mani olunmamasına gelince; bu, Allahuteala'nın şu kavlinden dolayıdır:

}وَأَحَلَّاللّهُالْبَيْعَ{

"Allah, alış-verişi helal kıldı." [el-Bakara 275] Bu ayet, genel olup dâr-ul İslam'da yada dâr-ul küfürde olsun her alış-verişi kapsar. Yani hem dış ticareti hem de iç ticareti kapsar. Bu genelliği tahsis eden veya Müslümanın yada zımminin bir malı dâr-ul İslam'a girdirmesini veya çıkarmasını yasaklayan hiçbir nass varit olmamıştır. Aynı şekilde bu ayet genel olup Müslümanı da zımmiyi de kapsamaktadır. Zımminin alış-verişini yasaklayan veya alış-verişin helalliğini Müslümana tahsis eden bir nass varit olmamıştır. Müslüman bir kimseden gümrük vergisi alınmamasına gelince; Nitekim Ebû Ubeyd, el-Emval isimli kitabında Abdurrahman İbn-u Ma’kal’den şöyle dediğini tahric etmiştir: "Ziyad İbn-u Hudayr’a sordum: "Kimlerden öşür alırdınız?" Dedi ki: "Müslümandan da muahidden de öşür almazdık." Dedim ki: "O halde kimlerden öşür alırdınız?" Dedi ki: "Harbi tüccarlara geldiğimizde onlar bizden öşür aldığı gibi biz de onlardan alırdık." Âşir: Dâr-ul harpten dâr-ul İslam'a giren maldan öşür alan kimsedir. İşte dâr-ul İslam, dâr-ul küfür, Müslüman yada kafir olsun harbî bir kimsenin dâr-ul İslam'a ancak emanla girmesi, muâhide muahedesine göre muamele edilmesi, alış-verişin Müslüman ve zimmi için mutlak olarak helal olması ile ilgili bu deliller, bu maddedeki ikinci hususun delilleridir.

 Üçüncü Hususa Gelince: Bunun delili, resulün Tebuk'e giden ordunun Semed kuyusundan su içmesini yasaklamasından istinbat edilen şu kaidedir:

)الشيء المباح إذا كان فرد من أفراده يؤدي إلى ضرر يمنع ذلك الفرد ويبقى ذلك الشيء مباحاً(

"Mübah olan bir şeyin kollarından bir kol bir zarara götürürse sadece bu kol haram kılınır ve o şey mübah olarak kalır." Dolayısıyla yiyecek gibi dâr-ul İslam'a zarar vereceği veya silah ve stratejik ürün gibi düşmanı Müslümanlara karşı güçlendireceği görülen her malın dışarı çıkarılması yasaklanır. Bunları Müslümanın veya zımminin veya muâhidin veya harbînin çıkarması arasında bir fark yoktur. Aynı şekilde malın girdirilmesi de bu kaideye tabidir. Eğer bu malın dâr-ul İslam dışına çıkarılması bir zarar oluşturmuyorsa Müslümanın ve zımminin onu çıkarması da girdirmesi de yasaklanmaz. Bu hususta harbî ve muâhide onlardan her birinin hükmü uygulanır.