Hilafet Devleti, Anayasa, Madde 152: Beyt-ul Mâl’ın harcamaları, şu altı yöne taksim edilir:

  •  a. Zekatı hak eden sekiz sınıfa, zekat bölümünden harcanır.
  •  b. Zekat malları bölümünde mal bulunmadığı takdirde fakirlere, miskinlere, ibn-is sebîllere, cihada ve ğarîmlere (borçlarını ödeyemeyen borçlulara) para, Beyt-ul Mâl’ın daimi gelirlerinden ödenir. Burada da yoksa ğarîmlere bir şey ödenmez. Fakat fakirler, miskinler, ibn-is sebîller ve cihat için yapılacak masrafı kapatmak üzere vergiler tahsil edilir. Fesat korkusu halinde ise bu giderler için borç para alınır.
  •  c. Askerler, yöneticiler, memurlar gibi devlet hizmetini yerine getirenlere Beyt-ul Mâl’dan para ödenir. Beytul Mâl’ın malı yeterli olmazsa bu masrafı kapatmak üzere derhal vergiler tahsil edilir. Fesat korkusu halinde ise bu giderler için borç para alınır.
  •  d. Yollar, camiler, hastaneler ve okullar gibi temel hizmetler ve maslahatlar için Beyt-ul Mâl’dan harcanır. Beyt-ul Mâl’daki yeterli olmazsa bu masrafı kapatmak üzere hemen vergiler tahsil edilir.
  •  e. Lüks hizmetlere ve maslahatlara Beyt-ul Mâl’dan harcanır. Bunlar için Beyt-ul Mâl’da yeteri kadar bulunmazsa bunlara para harcanmaz ve ertelenir.
  •  f. Deprem ve tufan gibi doğal afetler için Beyt-ul Mâl’dan harcanır. Bunlar için Beyt-ul Mâl’da yeteri kadar yoksa bunlar için hemen borç para alınır, sonra bu borç toplanan vergilerden kapatılır.

 

  1. fıkrasına gelince; bunun delili zekatla ilgili ayettir ve o da Allahuteala'nın şu kavlidir:
  2. fıkrasına gelince; fakirler, miskinler, yolda kalmışlar ve cihat açısından olup mal olsun yada olmasın bunlara harcama yapılmasının Beyt-ul Mâl'a vacip olmasıdır. Çünkü bu, Allah'ın hem Beyt-ul Mâl'a hem de Müslümanlara vacip kıldığı hususlardandır. Eğer Beyt-ul Mâl'da mal yoksa bunun için Müslümanlara vergi konulur. Çünkü bu, şeri delillerle sabit olduğu üzere onlara vaciptir. Ğarimlere, yani borçlulara gelince; Allah'ın Müslümanlara değil Beyt-ul Mâl'a vacip kıldığı hususlardandır. Bunun

 }إِنَّمَا الصَّدَقَاتُ لِلْفُقَرَاءِ وَالْمَسَاكِينِ وَالْعَامِلِينَ عَلَيْهَا وَالْمُؤَلَّفَةِ قُلُوبُهُمْ وَفِي الرِّقَابِ وَالْغَارِمِينَ وَفِي سَبِيلِ اللَّهِ وَاِبْنِ السَّبِيل}

"Sadakalar (zekatlar) ancak fakirlere, miskinlere, zekat amillerine, müellefe-i kulûba (gönülleri İslam'a ısındırılacak olanlara), kölelere, borçlulara, Allah yolundakilere, yolda kalmışlara mahsustur." [Et-Tevbe 60]

Beyt-ul Mâl'a vacip olması ise Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlinden dolayıdır:

«أَنَا أَوْلَى بِكُلِّ مُؤْمِنٍ مِنْ نَفْسِهِ، فَمَنْ تَرَكَ دَيْناً فَعَلَيَّ، وَمَنْ تَرَكَ مَالاً فَلِوَرَثَتِهِ»

"Ben, her mümine kendi nefsinden daha evlayım. Kim bir borç bırakırsa bana aittir. Kim de bir mal bırakırsa onun varisine aittir." [Muslim, Cabir'den tahric etti] Yani devlet başkanı olması vasfıyla resule aittir demektir. Dolayısıyla bu, Allah'ın Beyt-ul Mâl'a vacip kıldığı hususlardandır. Yine Ebî Hurayra'dan Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir:

«فَأَيُّمَا مُؤْمِنٍ مَاتَ وَتَرَكَ مَالاً فَلْيَرِثْهُ عَصَبَتُهُ مَنْ كَانُوا، وَمَنْ تَرَكَ دَيْناً أَوْ ضَيَاعاً فَلْيَأْتِنِي فَأَنَا مَوْلاَهُ»

"Herhangi bir mümin ölür ve bir mal bırakırsa asabesinden kim varsa ona varis olur. Kim de bir borç veya yetim bırakırsa bana getirin. Zira onun mevlası benim." [el- Buhari, tahric etti] Dolayısıyla borç, Beyt-ul Mâl'a aittir. Dolayısıyla da Beyt-ul Mâl'da mal varsa harcanması vacip olur yoksa bunun için vergi konulmaz. Çünkü bunun Müslümanlara farz olduğuna delalet eden hiçbir şey bulunmamaktadır. Nevevi'nin bu hadise ilişkin şerhinde şöyle varit olmuştur: "Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], insanlar borçlarında gevşeklik gösterir ve borçlarını ihmal ederler diye borçlu olarak ölen ve onu ödeyecek birini bırakmayan kimsenin (cenaze) salahını kılmazdı. Böylece (cenaze) salahlarını kılmayarak onları bundan nehyetmiştir. Derken Allah, Müslümanlara fetihlerin kapılarını açınca Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurdu:

«مَنْ تَرَكَ دَيْناً فَعَلَيَّ»

"Kim de bir borç bırakırsa bana aittir." Yani onu ödemek demektir. Dolayısıyla onu ödüyordu." Yani ğarimlerin borcu, mal olduğunda Beyt-ul Mâl'dan ödenir.

  1. fıkrasına gelince; bunun delili, daha önce geçtiği üzere Allahu Subhânehu, eğitimi, yargıyı, cihadı ve halifeyi ikame etmeyi Müslümanlara farz kıldığı gibi yöneticiler ve memurlar için gerekli olan işleri gütmeyi de halifeye farz kılmıştır… Bu kişilerin görevlerini yapabilmeleri içinse Beytul Mâl'ın memurlara ücretlerini ve yöneticilere tavitlerini vermesi gerekir. Bu da

(ما لا يتم الواجب إلا به فهو واجب)

"Kendisi olmadıkça vacibin tamamlanmayacağı husus da vaciptir" kaidesi babındandır. Eğer Beyt-ul Mâl'da olanlar bu harcamaları karşılamaya yetmezse bu harcamaları karşılamak için derhal vergi konulur ve fesat korkusu halinde derhal borç para alınır.

(d) fıkrasına gelince; zorunlu maslahatlardan ve kurumlardan olmasından ve

yerine getirilmemesi halinde ümmetin zarara maruz kalacak olmasından dolayıdır. Bunun içindir ki hem Beyt-ul Mâl'a hem de Müslümanlara vaciptir. Eğer Beyt-ul Mâl'da mal olmazsa Müslümanlardan vergi tahsil edilir. Çünkü zararı ortadan kaldırmak onlara vaciptir. Dolayısıyla zararı ortadan kaldırmak için gerekli olan malı vermek de vacip olur.

(e) fıkrasına gelince; bunun deliline vakıf olabilmek için dikkatli bir şekilde  karşılıksız maslahat ve refiklik yönünden vacip olan harcamaların karşılanmasının delilinin işlerin güdülmesinden olduğunun anlaşılması gerekir. Zira hadiste şöyle geçmektedir:

«وَهُوَ مَسْئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ»

"Ve o, raiyyesinden mesuldür." [el-Buhari, İbn-u Ömer'den tahric etti] Keza bunun yerine getirilmemesinden dolayı ümmetin zarara maruz kalacak olduğunun anlaşılması gerekir. Zira Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurdu:

«لا ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ»

"Zarar vermek de yoktur. Zarar görmek de yoktur." [Ahmed, İbn-u Abbas'tan ve el-Hakim Ebî Saîd el-Hudrî'den tahric etti ve sahihledi.] Maslahat ve refikliğin halifeye vacip olduğunun delili işte bu iki hadistir. Bunun içindir ki ister zaruri isterse lüks olsun kesinlikle bunları yapması gerekir. Maslahatın ve refikliğin Müslümanlara vacip olmasına gelince; Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şu kavlidir:

«لا ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ»

"Zarar vermek de yoktur. Zarar görmek de yoktur." Bunun içindir ki lüks maslahatlar onlara vacip değildir. Çünkü bunların yerine getirilmemesi ümmeti zarara maruz bırakmaz. Dolayısıyla Müslümanlara vacip olan şeyler, yerine getirilmemesi halinde ümmetin zarara maruz kalacağı şeylerdir. Binaenaleyh her maslahat ve refiklik Müslümanlara vacip olmayıp sadece yerine getirilmemesi ümmeti zarara maruz bırakacak olan maslahatlar vaciptir. Beyt-ul Mâl'a düşene gelince; Müslümanlara faydası olan ve yerine getirilmediğinde Müslümanların zarara maruz kalacağı olan her şeyi yapması gerekir. Bunların ümmete vacip olmasının delili,

«لا ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ»

"Zarar vermek de yoktur. Zarar görmek de yoktur." hadisi ile tahsis edilmesinden dolayı insanlara yeterli olan yolların genişletilmesi, vazgeçilmez olmayan bir hastanenin inşa edilmesi ve benzerleri gibi lüks maslahatları ve kurumları yapmak için Müslümanlara vergi konulmaz. Eğer Beyt-ul Mâl'da mal olursa devlet bunları yapar aksi takdirde mal oluncaya kadar erteler. Bunların yapılması için vergi konulması doğru değildir.

(f) fıkrasına gelince; bunun delili, imdat dileyenlere yardım etmenin delilidir: Ebî Musa el-Eşarî'den rivayet edilen muttefekun aleyh olan hadiste Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurdu:

»عَلَى كُلِّ مُسْلِمٍ صَدَقَةٌ، فَقَالُوا: يَا نَبِيَّ اللهِ، فَمَنْ لَمْ يَجِدْ؟ قَالَ: يَعْمَلُ بِيَدِهِ فَيَنْفَعُ نَفْسَهُ وَيَتَصَدَّقُ، قَالُوا: فَإِنْ لَمْ يَجِدْ؟ قَالَ: يُعِينُ ذَا الْحَاجَةِ الْمَلْهُوفَ، قَالُوا: فَإِنْ لَمْ يَجِدْ؟ قَالَ: فَلْيَعْمَلْ بِالْمَعْرُوفِ وَلْيُمْسِكْ عَنْ الشَّرِّ، فَإِنَّهَا لَهُ صَدَقَةٌ«

"Her Müslümanın sadaka vermesi gerekir." Dediler ki: "Ey Allah'ın nebisi! Ya bulamayan kimse?" Buyurdu ki: "Eliyle çalışır hem kendisine faydalı olur hem tasadduk eder." Dediler ki: "Ya çalışacak gücü yoksa?" Buyurdu ki: "İmdat dileyen ihtiyaç sahibi bir kimseye yardım eder." Dediler ki: "Buna da gücü yetmezse?" Buyurdu ki: "Maruf için çalışır ve kendisini şerden alıkoyar. Zira bu da onun için bir sadakadır."

Aynı şekilde İbn-u Ömer'in muttefekun aleyh olan hadisinde Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurdu:

»الْمُسْلِمُ أَخُو الْمُسْلِمِ لا يَظْلِمُهُ وَلا يُسْلِمُهُ، وَمَنْ كَانَ فِي حَاجَةِ أَخِيهِ كَانَ اللهُ فِي حَاجَتِهِ، وَمَنْ فَرَّجَ عَنْ مُسْلِمٍ كُرْبَةً فَرَّجَ اللهُ عَنْهُ كُرْبَةً مِنْ كُرُبَاتِ يَوْمِ الْقِيَامَةِ، وَمَنْ سَتَرَ مُسْلِمًا سَتَرَهُ اللهُ يَوْمَ الْقِيَامَةِ«

"Müslüman Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez ve onu (düşmana) teslim etmez. Her kim kardeşinin bir hacetini giderirse Allah da onun bir hacetini giderir. Her kim kardeşinin bir sıkıntısını giderirse Allah da onun kıyamet günündeki sıkıntılarından bir sıkıntısını giderir. Her kim bir Müslümanı(n ayıbını) örterse Allah da kıyamet günü onu(n ayıbını) örter."

Bu hadis genel olup hem halifeyi hem de diğer Müslümanları kapsar. Dolayısıyla bu, hem Beyt-ul Mâl'a hem de Müslümanlara vaciptir. Eğer Beyt-ul Mâl'da bunun için yeterli mal varsa Beyt-ul Mâl'dan buna harcama yapılır. Yoksa bunun için vergi konulur. Çünkü imdat dileyenlere yardım etmek Müslümanlara vaciptir.

(b), (c) ve (f) fıkralarında geçen fesat korkusu halinde borç para alınmasına gelince; çünkü fesat, Müslümanların maruz kaldığı bir zarardır. Zararın ortadan kaldırılması ise şu hadise binaen vaciptir:

«لا ضَرَرَ وَلا ضِرَارَ»

"Zarar vermek de yoktur. Zarar görmek de yoktur." Malın bulunmaması, borç para alınmaması ve mal bulununcaya kadar beklenilmesi ise zarara neden olur. Bunun içindir ki zararın ortadan kaldırılması için borç para alınması vaciptir. Dolayısıyla devlet, zararı ortadan kaldıracak miktarda borç para alır. Bu üç durumun dışında ise bunun için borç para almak caiz değildir. Çünkü bu durumda borç para almak yokluk değil varlık olarak sayılır. Zira mal varsa onu yerine harcamak bir hak olur. Malın olmaması ise borç almayı ortadan kaldırır. Madem ki borç almak ortadan kalkmıştır o halde bunun için borç almak doğru değildir. Fakat borç para almanın varlık ve yokluk olarak sayılmasına gelince; mal varsa harcanır, yoksa temin edilmesi için Müslümanlara vergi konularak bulunulması için çalışılır. Bu ise beklenilmesi ve beklemenin zarara neden olmaması halinde geçerlidir. Dolayısıyla bunun için vergi toplanıncaya kadar beklenilir. Beklenilemeyecek ve insanlar paranın gecikmesinden dolayı zarara maruz kalacaklarsa bunun için borç para alınır. Bunun içindir ki devlet, harcama yapılmamasının zarara neden olacağı durumların dışında borç para alamaz. Bu da borç para almanın varlık ve yokluk olarak sayılması halinde geçerlidir.