Yazdır
Kategori: Ekonomi Sistemi

Hilafet Devleti, Anayasa, Madde 140: Ümmetin fertlerinden her ferdin, kamu mülkiyetine giren her şeyden faydalanma hakkı vardır. Devletin tebaadan kayırdığı bir kimseye kamu mülklerini mülkiyet edinme veya kullanma izni vermesi caiz değildir.

Maddede geçen ümmetten maksat, Dâr-ul İslam'daki tebaadır. Yani Müslümanlardan yada zımmilerden olsun devlet tabiiyetini taşıyan herkestir. Devlet, temel ihtiyaçlarını tabi oldukları İslam hükümlerine göre temin ederek onları gerekli daimi bir gözetimle gözetmelidir. Tebaanın fertlerinden her bir ferdin kamu mülkiyeti olan şeylerden faydalanma hakkına sahip olması bu gözetimin bir parçasıdır. Zımmiler ve Müslümanlar, kamu mülkiyeti kurumlarından faydalanma hakkı hususunda eşittirler.

Şöyle denilmez:

«الْمُسْلِمُونَ شُرَكَاءُ فِي ثَلاَثٍ»

"Müslümanlar şu üç şeyde ortaktırlar…" hadisi, kamu mülkiyetinin sadece Müslümanlara ait olması demektir. Bilakis hem bu hadis hem de

«النَّاسُ شُرَكَاءُ...»

"İnsanlar… ortaktırlar" hadisi, Muslim'in tahric ettiği Bureyde hadisi ile tahsis edilmiştir. Zira onda şöyle geçmiştir:

»ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ وَأَخْبِرْهُمْ أَنَّهُمْ إِنْ فَعَلُوا ذَلِكَ فَلَهُمْ مَا لِلْمُهَاجِرِينَ وَعَلَيْهِمْ مَا عَلَى الْمُهَاجِرِينَ«

"Sonra kendi darlarından (beldelerinden) Dâr-ul Muhacirun’a (Dâr-ul İslam’a) ayrılmaya (hicrete) davet et ve onlara haber ver ki bunu yapmaları halinde muhacirlerin lehine olan onların da lehine olur, muhacirlerin aleyhine olan onların da aleyhine olur." Muhacirlerin dârı ise Dâr-ul İslam demektir. Dolayısıyla tebaalık hakkını Dâr-ul İslam'a ayrılan, yani Dâr-ul İslam tabiiyeti taşıyan kimselere hasreden bir nasstır. Dolayısıyla tebaalık hakkı dünyadaki tüm Müslümanları değil sadece Dâr-ul İslam'da olanları kapsar. Aynı şekilde Dâr-ul İslam'da yaşayan ve devlet tabiiyetini taşıyan gayrimüslimler bundan istisna edilmez. Çünkü Bureyde hadisi, tebaalık hakkından faydalanmayı Dâr-ul İslam'a ayrılma şartına bağlamıştır. Binaenaleyh bu madde, gerek Müslüman gerekse zımmi olsun Dâr-ul İslam'da yaşayan ve onun tabiiyetini taşıyan herkese intibak eder.

 Dâr-ul İslam'da tebaanın üzerine olduğu şey işte budur. Dolayısıyla tebaa, kamu mülkiyetinden faydalanır ve Müslüman yada zimmet ehlinden olsun tebaadan hiç bir kimse bundan men edilmez:

 Tebaadan Müslüman olanların kamu mülkiyetinden faydalanmasına gelince; bu, açık bir husustur.

 Zimmet ehli açısından olana gelince; bu hususta birçok nass varit olmakla birlikte Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ve raşidi halifeler döneminde de birçok vakıa varit olmuştur. Bunların hepsi şunlara delalet eder:

- Zımmiler, pazarlarda dolaşıyorlar, alıyorlar ve satıyorlardı. Pazarlar ise kamu mülkiyetindedir. Nitekim Ahmed, Ka'b İbn-u Malik'ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: "…Pazarda dolaşırken Nasrani bir adam, satacağı yiyeceklerle çıkageldi ve şöyle diyordu: Bana Ka'b İbn-u Malik'i kim gösterebilir?..." Bu da hem Müslümanlarım hem de zimmet ehlinin, ihtiyaçları için pazarlara uğradıklarına delalet etmektedir.

- Zımmiler, su, ateş ve meradan faydalanıyorlardı. Nitekim İbn-u Mâce, Ebî Hurayra'dan Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«ثَلاثٌ لا يُمْنَعْنَ: الْمَاءُ وَالْكَلأُ وَالنَّارُ»

"Şu üç şeyden men edilmez: Su, mera ve ateş." Yine sahabe, Şam Nasranilerinin Müslümanlarla birlikte Şam nehirlerinden içebilecekleri üzerinde icmâ etmiştir. Irak ve Bahreyn'de Mecusilik üzerine kalanlar da böyleydi. Aynı şekilde Mısır'daki Kıptiler, Nil nehrinden içiyorlar ve sulama yapıyorlardı. Hepsi de odunluk ormanlardan odun yapıyorlar, ana nehirlerden ekinlerini suluyorlar ve tebaaya ait genel yerlerde hayvanlarını güdüyorlardı. Bugün de onlar, petrolden, petrol türevlerinden ve elektrikten faydalanma hakkına sahiptirler. Çünkü bunların her ikisi de hadiste geçen ateştendir.

- Mevat arazileri ihya etme hakkına sahiptirler. Çünkü Ahmed ve Tirmizî, Cabir kanalıyla Aleyhi's Salatu ve's Selam'ın şöyle buyurduğunu tahric etmişlerdir:

«مَنْ أَحْيَا أَرْضًا مَيِّتَةً فَهِيَ لَهُ»

"Her kim ölü bir araziyi ihya ederse o onundur." el-Buhari, Aişe [Radiyallahu Anhâ]'den Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«مَنْ أَعْمَرَ أَرْضًا لَيْسَتْ لأَحَدٍ فَهُوَ أَحَقُّ»

"Her kim, kimseye ait olmayan bir araziyi imar ederse o, onudur." Ebu Davud et-Tayâlısî, Aişe [Radiyallahu Anhâ]'den Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

«العِبَادُ عِبَادُ اللهِ، وَالْبِلادُ بِلادُ اللهِ، فَمَنْ أَحْيَا مِنْ مَوَاتِ الأَرْضِ شَيْئاً فَهُوَ لَهُ، وَلَيْسَ لِعِرْقٍ ظَالِمٍ حَقٌّ»

"Kullar, Allah'ın kuludur. Belde, Allah'ın beldesidir. Her kim mevat araziden bir şeyi ihya ederse o onundur. Zalimin teri için bir hak yoktur."

Bu delillerin hepsi, Müslüman yada gayrimüslim olsun tebaanın tüm fertlerini kapsayan birer genel delildir.

- Aynı şekilde Müslümanıyla ve zimmet ehliyle tebaanın hepsi, kara, deniz ve hava ulaşım yollarını kullanma hakkına da sahiptir. Kara ulaşımına gelince; zimmet ehli, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] zamanında kara ulaşımını kullanıyorlardı. Nitekim Tirmizî, Aişe'den şöyle dediğini rivayet etmiştir:

»كَانَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِصلى الله عليه وآله وسلمثَوْبَانِ قِطْرِيَّانِ غَلِيظَانِ، فَكَانَ إِذَا قَعَدَ فَعَرِقَ ثَقُلاَ عَلَيْهِ، فَقَدِمَ بَزٌّ مِنْ الشَّامِ لِفُلاَنٍ الْيَهُودِيِّ، فَقُلْتُ: لَوْ بَعَثْتَ إِلَيْهِ فَاشْتَرَيْتَ مِنْهُ ثَوْبَيْنِ إِلَى الْمَيْسَرَةِ... «

"Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'in üzerinde kalın ve sert iki elbise vardı. Oturduğunda üzerinden ağır bir ter boşanırdı. Derken Şam'dan falan Yahudi için bir kumaş geldi. Dedim ki: Keşke ona haber gönderseydin de ondan iki hafif elbise satın alsaydın." [Hadis] Deniz yollarına gelince; sahabe [Rıdvanullahi Aleyhim] zamanında Müslümanlar gibi kullanıyorlardı ve bugünkü hava yolları da buna kıyas edilir.

 Zımmiler, kamu toplu taşıma araçlarına kıyasen genel postayı ve kamu iletişim araçlarını kullanma hakkına da sahiptirler.

 İşte bunlar, tebaanın tüm fertlerinin kamu mülkiyetinden faydalanma hakkı olduğuna dair maddenin birinci şıkkının delilleridir.

 İkinci şıkka gelince; devletin, tebaadan kayırdığı bir kimsenin kamu mülklerini mülk edinmesine ve işletmesine izin vermesinin yasaklanmasıdır. Bunun delili, Ebyad İbn-u Hammal'ın hadisidir. Şöyle ki Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ona, Ma'rab'taki tuz madenini ikta etmiş ve ona ikta ettiği tuzun bitmez tükenmez bir su mesabesinde olduğu haber verilince ondan geri almıştır. Tirmizî, Ebyad İbn-u Hammal'dan şunu rivayet etmiştir:

"أنه وفد إلى رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم فاستقطعه الملح، فقطع له. فلما أن ولى قال رجل من المجلس: أتدري ما قطعت له؟ إنما قطعت له الماء العد. قال: فانتزعه منه"

"O, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’i ziyaret ederek yerini belirttiği bir tuz madeninin kendisine ikta edilmesini istedi. Allah’ın Resulü de bu tuz madenini ona ikta etti. Tam oradan ayrılacağı sırada meclisteki bir adam dedi ki: "Ona ne ikta ettiğinizi biliyor musunuz? Ona kesilmez bir suyu ikta ettiniz. Bunun üzerine Ebyad: Bundan vazgeçtiğini söyledi." Keza bunun delili Tirmizî'nin, Aişe [Radiyallahu Anhâ] kanalıyla tahric edip hasen sahih dediği ve İbn-u Hazîme Sahih'inde tahric ettiği:

«مِنًى مُنَاخُ مَنْ سَبَقَ»

"Mina, geçip giden herkesin konak yeridir" hadisi ile el-Buhari'de geçen Sa'b İbn-u Cusâme'nin şu hadisidir:

«لا حِمَى إِلاَّ للهِ وَلِرَسُولِهِ»

"Himaye ancak Allah'a ve Resulüne aittir."

Açıktır ki şirketlerin ve fertlerin fahiş şekilde zenginleşmesi ve kapitalist tekellerin geneli; doğalgaz, petrol, diğer bitmez tükenmez madenler, iletişim, ulaşım, su ve benzerleri gibi çeşitli kamu mülkiyetlerini işletmek amacıyla elde ettikleri imtiyazların bir sonucudur.