Yazdır
Kategori: Eğitim Siyaseti

Hilafet Devleti, Anayasa, Madde 170: Öğretimde izlenecek programın esasının İslami akide olması vaciptir. Derslerin içeriği ve tedrisatın metodu tümüyle öğretimde bu esastan ayrılmamak üzere konulur.

Lügatte denilmiştir ki

]علم الرجل علماً[

"Adam bir ilim öğrendi." Yani onun hakikatine vakıf oldu demektir.

]علم الشيء[

"Bir şeyi bildi." Yani onu tanıdı demektir. Kamus-ul Muhit'te şöyle geçmiştir:

]علمه كسمعه علماً[

Yani kesra ile kesemiahu gibi onu iyice öğrendi. Yani onu tanıdı demektir. Âlim ve alîm adam. Çoğulu ulema ve ullâmadır." İşte ilim kelimesinin ve ondan türeyen kelimelerin manasında aslolan bu lügat manasıdır. Dolayısıyla ilim lafzının ve ondan türeyen lafızların manası, bunları ıstılah manasına hamledecek bir karine bulunmadığında lügat manasına hamledilir. Öğretim metodu denilirken bununla kastedilen sadece bu lügat manasıdır. Yani her bilgidir. Öğretim metodu, öğretilmesi amaçlanan bilgilerin üzerine bina edildiği esaslar ile bir taraftan bu bilgilerin kapsadığı konulardan ve diğer taraftan bu bilgilerin gereğince verildiği keyfiyetten ibarettir. Dolayısıyla öğretim metodu şu iki hususu kapsar: Birincisi: Tedris konuları. İkincisi: Tedris yöntemleri. Madem ki İslami akide, hem Müslümanın hayatının hem İslam Devleti'nin hem de Müslümanların arasındaki ilişkilerin, yani toplumun esasıdır o halde Müslümanın alacağı her bilginin esasının İslami akide olması kaçınılmazdır. Bu bilgi ister hayatıyla ister başkasıyla olan ilişkisiyle ister devlet içerisindeki siyasi konumuyla isterse bu hayat, hayat öncesi ve sonrasında olan herhangi bir şeyle ilgili olsun fark etmez. Nitekim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], önce İslam'a, yani İslam akidesine inanmaya davet etmek için insanlarla birlikte seyrediyordu. Ta ki Müslüman olduklarında onlara İslam hükümlerini öğretmeye başlardı. Resulün Müslümanlara yönelik öğretiminin üzerine inşa edildiği esas akide idi. Mesela oğlu İbrahim öldüğü sırada güneş tutulunca insanlar, "Güneş, İbrahim'in ölümünden dolayı tutuldu" dediler. Bunun üzerine Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle dedi:

»إِنَّ الشَّمْسَ وَالْقَمَرَ آيَتَانِ مِنْ آيَاتِ اللهِ، لا يَنْكَسِفَانِ لِمَوْتِ أَحَدٍ وَلا لِحَيَاتِهِ«

"Güneş ve ay, Allah'ın ayetlerinden iki ayettir, herhangi bir kimsenin ölümünden ve yaşamından dolayı tutulmazlar." [Muttefekun aleyh] Böylece akideyi, güneş ve ayla ilgili bilgilerin temeli yapmıştır. Yine el-Buhari, Ebî Saîd el-Hudrî kanalıyla şöyle dediğini rivayet etti:

»خَرَجْنَا مَعَ رَسُولِ اللهِصلى الله عليه وآله وسلمفِي غَزْوَةِ بَنِي الْمُصْطَلِقِ، فَأَصَبْنَا سَبْيًا مِنْ سَبْيِ الْعَرَبِ، فَاشْتَهَيْنَا النِّسَاءَ، فَاشْتَدَّتْ عَلَيْنَا الْعُزْبَةُ وَأَحْبَبْنَا الْعَزْلَ، فَسَأَلْنَا رَسُولَ اللهِ صلى الله عليه وآله وسلمفَقَالَ: مَا عَلَيْكُمْ أَنْ لاَ تَفْعَلُوا، مَا مِنْ نَسَمَةٍ كَائِنَةٍ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ إِلاَّ وَهِيَ كَائِنَةٌ«

"Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ile birlikte Beni'l Mustalık Gazvesi'ne çıktık. Arap esirlerinden çokça esir ele geçirdik. Kadınları arzuladık. Çünkü bekarlık başımıza vurmuştu ve azil yapmak istiyorduk. Bunu Resulullah’a sorunca buyurdu ki: "Bunu yapmamanızda bir beis yoktur. Kıyamet gününe kadar yaratılacak hiçbir canlı yoktur ki yaratılmamış olsun." Başka bir rivayette ise onlar, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]'e azil hakkında sorduklarında şöyle buyurmuştur:

 »مَا عَلَيْكُمْ أَنْ لاَ تَفْعَلُوا، فَإِنَّ اللهَ قَدْ كَتَبَ مَنْ هُوَ خَالِقٌ إِلَى يَوْمِ الْقِيَامَةِ«

"Bunu yapmamanızda bir beis yoktur. Zira Allah, kıyamet gününe kadar yaratılacak olanları yazmıştır." Bu hadisin bir benzerini de Muslim tahric etti. Böylece Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], hamileliği engellemesi bakımından azil meselesi hakkındaki sorularına cevap vererek Allah'ın ilmine, yani İslam akidesine imanı cevabına esas kıldı. Buna delalet eden daha birçok hadis vardır. Bu da İslam akidesinin öğretim metodunun esası kılınması devlete, kesinlikle ifrata kaçması helal olmayan vacip bir husus olduğuna delalet eder. Ancak İslam akidesini öğretim metodunun esası kılmak her bilginin İslam akidesinden fışkıracak olması demek değildir. Çünkü şeriat, böyle bir şey talep etmediği gibi bu, vakıa ile de çelişmektedir. Zira her bilgi İslam akidesinden fışkırmaz. Çünkü İslam akidesi, akait ve hükümlere has olup bunların dışındakilerle bir ilgisi yoktur. Bilakis İslam akidesini öğretim metodunun esası kılmanın manası şudur ki akait ve hükümlerle ilgili bilgilerin İslam akidesinden fışkırması gerekir. Çünkü bu bilgiler, bunlar sayesinde gelmiştir. Akait ile hükümlerin dışındaki bilgilere gelince; İslam akidesini bunların esası kılmanın manası şudur ki bu bilgileri ve hükümleri, İslam akidesi üzerine bina etmektir. Yani İslam akidesini mikyas almaktır. Dolayısıyla bu bilgiler ve hükümler İslam akidesi ile çelişirse onu almayız ve ona iman etmeyiz. Çelişmiyorsa bunları almak caizdir. Dolayısıyla bu, alma ve iman etme bakımından bir mikyastır. Bilgi ve öğrenme bakımından olana gelince; bunları öğrenmekte bir mania yoktur. Zira ilmin talep edilmesine teşvik eden deliller gelmiştir. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur:

»طَلَبُ الْعِلْمِ فَرِيضَةٌ«

"İlmi talep etmek farzdır." Ez- Zerkuşî, et-Tezkira'da şöyle dedi: "el-Hafız Cemaleddin el- Mezî, şöyle dedi: Bu hadis, hasen derecesine ulaşan kanallarla rivayet edilmiştir ve 'ilim' lafzı, faydalı her ilim için geneldir." Yine Ebu Davud, Ahmed, İbn-u Hibban ve el- Beyhaki, eş-Şa'b'ta Kesîr İbn-u Kays'tan SallaAllahu Aleyhi ve Sellem'in şu kavlini tahric etmiştirler:

»مَنْ سَلَكَ طَرِيقًا يَطْلُبُ فِيهِ عِلْمًا سَلَكَ اللَّهُ بِهِ طَرِيقًا مِنْ طُرُقِ الْجَنَّةِ«

"Her kim ilim talep etmek üzere bir yol tutunursa Allah da onun için cennetin yollarından bir yol tutunur." "İlim" lafzı, faydalı her ilim için mutlaktır.

 Kuran-ı Kerim’de İslam'la çelişen birtakım fikirler ve akait gelmiştir. Şu ayet gibi:

)وَمَا يُهْلِكُنَا إِلَّا الدَّهْرُ(

"Bizi ancak zaman helak eder." [Casiye 24] Bu ve benzeri ayetler, İslam akidesi ile çelişen fikirleri öğrenmenin caiz olduğuna delalet etmektedir. Binaenaleyh almadan ve itikat etmeden bilgileri öğrenmek caiz olup bunda bir beis yoktur. Sadece yasak olan İslam akidesi ile çelişen fikirleri almaktır. Mesela insanın maymundan geldiğini söyleyen "Darwin" teorisi gibi. Oysa Allah Subhânehu, şöyle buyurmuştur:

)إنَّ مَثَلَ عِيسَى عِنْدَ اللَّهِ كَمَثَلِ آَدَمَ خَلَقَهُ مِنْ تُرَابٍ ثُمَّ قَالَ لَهُ كُنْ فَيَكُونُ(

"Allah nezdinde İsa'nın durumu, Adem'in durumu gibidir. Allah onu topraktan yarattı. Sonra ona "Ol!" dedi ve oluverdi." [Âl-i İmrân 59] Keza maddenin kesinlikle kendi kendine evrimleştiğini, onu evrimleştiren başka bir şeyin olmadığını dolayısıyla bir ilahın olmadığını söyleyen Komünistler nezdindeki maddenin evrim teorisi gibi. Oysa Allah Subhânehu, şöyle buyurmuştur:

)يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا آَمِنُوا بِاللَّهِ(

"Ey iman edenler! Allah'a iman edin." [en-Nisâ 136] Yani Allah'ın varlığına iman edin demektir. Ve şöyle buyurmuştur:

)الَّذِي خَلَقَ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَا (

 "Gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri yaratan (O'dur)." [Furkan 59] Yine İbrahim'in kıssasının hiçbir dayanağı olmayıp ravilerin uydurduğu bir yalan olduğunu söyleyen Cahiliye Şiiri Kitabı gibi. Oysa İbrahim'in kıssası, Kuran'da zikredilmiş ve gerçekten vuku bulmuş bir kıssa olarak anlatılmıştır. Dolayısıyla bunu inkar etmek, Kuran'ı yalanlamaktır. İşte bu ve benzeri bilgiler, müfredata konulduğunda almaya ve itikat etmeye yol açıyorsa öğretim metoduna konulmaz. Mesela bu bilgiler, ilköğretim müfredatına konulmaz. Çünkü bunların öğretilmesi, alınmaları sonucunu doğurur. Aynı şekilde bunların konulması halinde alınmamaları ve itikat edilmemeleri için sahteliklerinin açıklanması ve fikirlerinin çürütülmesi kaçınılmazdır.

 Böylece İslam akidesi, öğretim metodunun esası kılınmış dolayısıyla sadece öğrenilmesi bakımından değil tasdik ve itikat edilmesi bakımından da bilgilerin alınmasının temel mikyası kılınmış olur.