Hilafet Devleti, Anayasa, Madde 96: Devlet işlerinin ve insanların işlerinin [maslahatlarının] idaresinden; Maslahatlar Bölümü, Daireler Bölümü ve İdareler Bölümü mesuldür. Bu üç bölüm, devlet işlerini kalkındırmak ve insanların maslahatlarını gerçekleştirmek için çalışırlar.

Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] maslahatları idare ediyor ve bunların idaresi için katipler tayin ediyordu. Böylece Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Medine’deki insanların maslahatlarını bizzat idare ediyor, işlerini görüp gözetiyor, sorunlarını çözüyor, alakalarını tanzim ediyor, ihtiyaçlarını temin ediyor ve onları işlerini düzeltecek hususlara yönlendiriyordu. Tüm bunlar, sorunsuz ve karmaşasız olarak hayatlarını kolaylaştıran idarî işlerdendi:

Öğretim işleri hakkında; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Müslümanların evlatlarından onuna (okuma-yazma) öğretmeyi kafir esirlerin fidyesi kıldı. Fidye bedeli ganimetlerdendir ve Müslümanların mülküdür. Dolayısıyla öğretimi temin etmek, Müslümanların maslahatlarından bir maslahattır.

Tedavi (sağlık işleri) hakkında; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e bir tabip hediye edildi. O da onu Müslümanlara ait kıldı. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in kendisine gelen hediye üzerinde tasarrufta bulunmaması, almaması, aksine Müslümanlara ait kılması, tedavinin Müslümanların maslahatlarından bir maslahat olduğuna delildir.

Çalışma işleri hakkında; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] bir adamı, dilenmek yerine -ki ne de olsa birileri verir, birileri yüz çevirir- onu bir urgan, sonra bir balta satın almaya, bunlarla odun toplayıp insanlara satmaya yönlendirdi. İşte insanların çalışma sorunlarının böylesi çözümü de Müslümanların bir maslahatıdır. Nitekim Ebu Davud ve İbnu Mâce şöyle tahric ettiler:

»أَنَّ رَجُلاً مِنَ الأَنْصَارِ أَتَى النَّبِيَّ صلى الله عليه وآله وسلم يَسْأَلُهُ، فَقَالَ: أَمَا فِي بَيْتِكَ شَيْءٌ؟ قَالَ: بَلَى ... قَالَ: ائْتِنِي بِهِمَا، قَالَ: فَأَتَاهُ بِهِمَا، فَأَخَذَهُمَا رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وآله وسلم بِيَدِهِ وَقَالَ: مَنْ يَشْـتَرِي هَذَيْنِ؟ ... قَالَ رَجُلٌ: أَنَا آخُذُهُمَا بِدِرْهَمَيْنِ، فَأَعْطَاهُمَا إِيَّاهُ وَأَخَذَ الدِّرْهَمَيْنِ، وَأَعْطَاهُمَا الأَنْصَارِيَّ وَقَالَ: اشْـتَرِ بِأَحَدِهِمَا طَعَامًا فَانْبِذْهُ إِلَى أَهْلِكَ، وَاشْتَرِ بِالآخَرِ قَدُومًا فَأْتِنِي بِهِ، فَأَتَاهُ بِهِ، فَشَدَّ فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم عُودًا بِيَدِهِ ثُمَّ قَالَ لَهُ: اذْهَبْ فَاحْـتَطِبْ وَبِعْ، وَلا أَرَيَـنَّكَ خَمْسَةَ عَشَرَ يَوْماً، فَذَهَبَ الرَّجُلُ يَحْـتَطِبُ وَيَبِيعُ، فَجَاءَ وَقَدْ أَصَابَ عَشَرَةَ دَرَاهِمَ  «…

“Ensardan bir adam, Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e gelip ondan bir şey istedi. Buyurdu ki: “Evinde bir şey yok mu?” Dedi ki: “Bilakis var…” Buyurdu ki: “Onları bana getir!” Onları getirdi. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] onları eline aldı ve şöyle dedi: “Bunları kim satın alır?”… Bir adam dedi ki: “Ben onları iki dirheme alırım.” Onları ona verdi ve ondan iki dirhemi aldı. Bunu da Ensariye verdi ve şöyle dedi: “Bunun biriyle alışveriş yap ve ailene götür. Diğeri ile de bir keser satın al ve bana getir.” Getirdi. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] eliyle ona bir sap taktı. Sonra şöyle buyurdu: “Şimdi git, odun topla ve onu sat. Seni on beş gün görmeyeyim.” Öyle yaptı. Sonra çıkageldi, on dirhem kazanmıştı…” Yine el-Buhari’nin Ebî Hurayra kanalıyla tahric ettiği hadiste de Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurdu:

«لَأَنْ يَحْتَطِبَ أَحَدُكُمْ حُزْمَةً عَلَى ظَهْرِهِ خَيْرٌ لَهُ مِنْ أَنْ يَسْأَلَ أَحَدًا فَيُعْطِيَهُ أَوْ يَمْنَعَهُ»

“Sizden birinin sırtında bir odun destesi getirip satması bir kimsenin dilenmesinden daha hayırlıdır. (Çünkü insanlar) ya verirler, ya terslerler.”

Yol işleri hakkında; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] kendi zamanında çekişme halinde yolları yedi zira [Zira’: 75–90 cm arasında değişen uzunluk ölçüsü] haline getirerek tanzim ediyordu. Nitekim el-Buhari, Ebî Hurayra kanalıyla şöyle rivayet etti:

«قَضَى النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم إِذَا تَشَاجَرُوا فِي الطَّرِيقِ بِسَـبْعَةِ أَذْرُعٍ»

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] (el-Mîtâ) yolu hakkında tartıştıklarında (yolun) yedi zira olmasına hükmetti.” Müslim de şöyle rivayet etti:

«إِذَا اخْـتَلَفْـتُمْ فِي الطَّرِيقِ جُعِلَ عَرْضُهُ سَـبْعَ أَذْرُعٍ»

Yol hakkında ihtilafa düştüğünüzde genişliği yedi zira yapılır.Ahmed, İbn-u Abbas kanalıyla Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini rivayet etti:

«وَالطَّرِيقُ الْمِيتَاءُ سَبْعَةُ أَذْرُعٍ»

“el-Mîtâ yolu yedi ziradır.” Ahmed’in Ubade İbn-u Samit kanalıyla yaptığı rivayette ise şöyle geçmiştir:

»وَقَضَى صلى الله عليه وآله وسلم فِي الرَّحَبَةِ تَكُونُ بَيْنَ الطَّرِيقِ ثُمَّ يُرِيدُ أَهْلُهَا الْبُنْيَانَ فِيهَا فَقَضَى أَنْ يُتْرَكَ لِلطَّرِيقِ فِيهَا سَبْعُ أَذْرُعٍ«

“Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], yolun arasında geniş bir alanın olmasına hükmetti. Sonra insanlar onun içerisine bina yamak isteyince yol için yedi zira bırakılmasına hükmetti.”

İşte bu, o vakitteki idarî bir düzenlemedir. Şâfii mezhebinde olduğu gibi ihtiyaca göre bundan fazla da olabilir.

Keza Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] yolu ihlal etmeyi de men etti. Nitekim Taberani, es-Sağîr’de şöyle tahric etti:

«مَنْ أَخَذَ مِنْ طَرِيقِ الْمُسْلِمِينَ شِبْراً طَوَّقَهُ اللَّهُ يَوْمَ القِيَامَةِ مِنْ سَـبْعِ أَرَضِينَ»

Her kim Müslümanların yolundan bir karış alırsa, kıyamet günü Allah yedi arzdan onu kuşatır.

Ziraat hakkında; Zubeyr [RadiyAllahu Anh] ile Ensardan bir adam, arazilerinden geçen bir su yolundan sulama hakkında anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«اسْقِ يَا زُبَيْرُ ثُمَّ أَرْسِلِ الْمَاءَ إِلَى جَارِكَ»

(Önce) sen sula ey Zubeyr, sonra suyu komşuna sal.[Muttefekun aleyh/Lafız Müslim’e ait]

İşte böylece Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Müslümanların maslahatını idare ediyor, idarî sorunlarını basitlik ve kolaylık ile çözüyor, bazı sahabeler de kendisine bu hususta yardım ediyordu. Dolayısıyla Müslümanların maslahatları, halifenin veya üstlenmeye kâfi bir müdür olarak tayin ettiği kimselerin üstleneceği bir cihaz olur. Bilhassa maslahatlar çeşitlenip çoğalmış iken halifenin yükü için bir hafifletme olarak burada benimsenen budur. Böylelikle insanların maslahatları için bir cihaz vardır ki onu, bu yönde raiyyenin yaşamını kolaylaştıran ve karmaşasız, hatta basitlik ve kolaylık ile gerekli hizmetleri karşılayan üsluplara ve vesilelere yetkin bir müdür üstlenir.

Bu cihaz, maslahatlardan, dairelerden ve idarelerden oluşur. [ المصلحة ] Maslahat; tabiyet, ulaşım, para basımı, öğretim, sağlık, ziraat, çalışma, yollar gibi devletin maslahatlarından herhangi bir maslahat için yüksek idaredir. Bu Maslahat; kendi maslahatının ve ona bağlı dairelerin ve idarelerin idaresini üstlenendir. [ الدائرة] Daire; kendi dairesinin ve ona bağlı idarelerin işlerini üstlenendir. [ الإدارة ] İdare ise kendi idaresinin ve ona bağlı şubelerin ve kısımların işlerini üstlenendir.

Bu Maslahatlar, Daireler ve İdareler, devlet işlerini kalkındırmak ve insanların maslahatlarını gerçekleştirmek maksadıyla kurulurlar ve kaim olurlar.

İdare cihazını, açıklandığı şekle getirmek fiili gerçekleştirme üsluplarından bir üslup ve vesilelerinden bir vesiledir. Buna has bir delile ihtiyaç yoktur ve aslına delalet eden genel delil yeterlidir. Bu üsluplar kulların fiilleridir. Dolayısıyla şer-i hükümlere göre olmadıkça icra edilmesi sahih olmaz denilmez çünkü bunlar, genel olarak aslı üzerine şer-i delil gelen fiillerdir ki bu genel delil, bu fiillerden kaynaklanan her şeyi de kapsamına alır. Ancak asıldan kaynaklanan bir fiil hakkında şer-i delil gelmişse, o takdirde delilin gerektirdiğine bağlanılır. Mesela Allahuteala şöyle buyurdu:

 ]وَآُتوْاالزَّكاَة[

“Ve zekatı verin.” [el-Bakara 43] Bu, genel bir delildir. Nisâb miktarı, âmiller (zekat toplayıcıları), kendilerinden zekat alınan sınıflar gibi bundan kaynaklanan fiiller hakkında da deliller gelmiştir ve tüm bunlar

 ]وَآُتوْاالزَّ  كاَة[

“Ve zekatı verin.” [el-Bakara 43] emrinden kaynaklanan fiillerdir. Ancak tüm bu işlerin gerçekleştirilme keyfiyeti hakkında deliller gelmemiştir. Onlar, binek üzerinde mi (zekat toplamaya) gideceklerdir, yoksa yürüyerek mi? Kendileri ile birlikte bulunup yardımcı olacak ücretliler tutulur mu, tutulmaz mı? Topladıkları zekatı defterlere kaydederler mi? Toplanacakları bir mekan edinebilirler mi? Topladıklarını koyacakları bir mahzen edinirler mi? Bu mahzenler yer altına mı yapılır, yoksa tahıl ambarları gibi mi inşa edilir? Nakitlerin zekatı çuvallarda mı toplanır, sandıklarda mı? Tüm bu ve benzeri fiiller

 ]وَآُتوْاالزَّكاَة[

“Ve zekatı verin.” [el-Bakara 43] emrinden kaynaklanır ve genel delilin kapsamında bulunur. Çünkü bunlara has deliller gelmemiştir. İşte tüm üsluplar böyledir. Zira üslup; hakkında genel delil -yani asılgelmiş bir fiilden kaynaklanan fer’î (detay) fiildir ve bu detay fiil için hususi delil gelmemiştir. Böylece genel olarak aslının delili, onun da delili olur.

Bunun içindir ki idarî cihazların işini kolaylaştırmak ve insanların maslahatlarını gerçekleştirmek ile münasebeti olduğu takdirde idarî üslupların herhangi bir nizamdan alınması mümkündür. Çünkü idarî üsluplar, şer-i delile ihtiyaç duyan bir hüküm, yönetim değildir. Bundan dolayı Ömer [RadiyAllahu Anh] bağışlar veya maaşlar gibi genel (kamu) mülkiyetinden veya devlet mülkiyetinden kendilerine malların dağıtımı maksadıyla, askerlerin ve raiyyenin isimlerini kaydetmede divan üslubunu almıştır. Âbid İbn-u Yahya, el-Hâris İbn-u Nufeyl’den şöyle rivayet etti:

أن عمر رضي الله عنه استشار المسلمين في تدوين الدواوين، فقال عليّ بن أبي طالب رضي الله عنه: تَقسِم كل سنة ما اجتمع إليك مِن المال، ولا تُمسِك منه شيئاً. وقال عثمان بن عفان رضي الله عنه أرى مالاً كثيراً يسع الناس، فإن لم يُحصَوا حتى يُعرَف مَن أخذ ممن لم يأخذ خشيت أن ينتشر الأمر، فقال الوليد بن هشام بن المغيرة: قد كنت بالشام، فرأيت ملوكها قد دَوَّنوا ديواناً، وجَنَّدوا جنوداً، فَدوِّن ديواناً، وجَنّد جنوداً، فأخذ بقوله، ودعا عَقيل بن أبي طالب، ومخرمة بن نوفل، وجبير بن مطعم، وكانوا من نُسّاب قريش، وقال: «اكتبوا الناس على منازلهم«

“Ömer [RadiyAllahu Anh] Müslümanlar ile divanların tedvini konusunda istişare etti. Ali İbn-u Ebî Talib [RadiyAllahu Anh] şöyle dedi: “Sana toplanan malları her sene taksim et. Ondan hiçbir şeyi tutma.” Osman İbnu Affân [RadiyAllahu Anh] şöyle dedi: “Ben insanların eline çok mal geçeceği görüşündeyim. Kimin alıp kimin almadığı kaydedilmeyecek olursa, işin karışacağından korkarım.” el-Velîd İbn-u Hişâm İbn-ul Mugîra ise şöyle dedi: “Ben Şam’da iken gördüm ki oranın hükümdarları, divanlar tedvin ediyor ve (düzenli) askerler istihdam ediyorlar. O halde sen de divanlar tedvin et ve askerler istihdam et.” Bunun üzerine onun sözünü aldı ve Âkil İbn-u Ebî Talib’i, Mahrame İbn-u Nevfel’i ve Cubeyr İbn-u Mat’am’ı -ki Kureyş’in gençleri idi- çağırdı ve şöyle dedi: “İnsanları evlerine göre yazın.

İslam’ın Irak’ta egemen oluşundan sonra divanlar önceden üzerinde olduğu şekilde işletildi. Şam Divanı Rumca idi. Çünkü orası önceden Rum topraklarından idi. Irak Divanı ise Farsça idi. Çünkü orası da önceden Fars topraklarından idi. Abdulmelik İbn-u Mervan zamanında, H. 81 yılında Şam Divanı Arapça’ya aktarıldı. Sonra ihtiyaca göre ve raiyyenin maslahatları gereğince divanlar oluşturulması birbirini takip etti. Orduya tahsis edilen divanlar, tesciller ve ödemeler içindi. Çalışmalara tahsis edilen divanlar, ücretler ve haklar içindi. Valilere ve âmillere tahsis edilen divanlar, tayinler ve aziller içindi. Beyt-ul Mâl’a tahsis edilen divanlar, gelirler ve giderler içindi ve hakeza. Bir divan, onu gerektiren ihtiyaç ile bağlantılı olarak oluşturuluyor, ancak üslupların ve vesilelerin değişkenliğinden ötürü üslubu asırdan asra değişkenlik arz ediyordu.

Divana bir başkan tayin edilir, emrine de görevliler tayin edilirdi. Bu başkana, bazen görevlilerini tayin etme salahiyeti verildiği gibi bazen de (başkana tayin salahiyeti verilmeksizin) emrine görevliler tayin ediliyordu.

Buna göre maslahatlar idaresi veya divan denilen kurumların oluşturulması, ihtiyaca göredir ve bu ihtiyacın ağırlığını kaldırmaya yönelik çalışma üslupları ile gerçekleştirme vesilelerine bağlıdır. Bunun her asırda değişkenlik arz etmesi, her vilayette farklılık göstermesi ve her beldede ayrı ayrı olması caizdir.