Yazdır
Kategori: Halife

Hilafet Devleti, Anayasa, Madde 38: Halife, tebaanın işlerini kendi görüşü ve içtihadına göre yürütmede mutlak salahiyet sahibidir. Devlet işlerinin seyrinde ve tebaanın işlerini yürütmede ihtiyaç duyduğu tüm mubahları benimseyebilir. Herhangi bir şer-i hükme maslahat bahanesiyle muhalefet etmesi caiz değildir. Mesela, gıda maddelerinin azlığı bahanesiyle bir ailenin birden fazla çocuk edinmesine mani olamaz. Mesela, istismarı önleme bahanesiyle insanları fiyat tahdidine tâbi tutamaz. Mesela, maslahat yada işlerin gözetimi bahanesiyle bir kafiri yada kadını vali tayin edemez. Bunlardan başka şer-i hükümlere aykırı hiçbir şeyi yapamaz. Bir helali haram kılması ve bir haramı helal kılması caiz değildir.

Madde 38: Halife, tebaanın işlerini kendi görüşü ve içtihadına göre yürütmede mutlak salahiyet sahibidir. Devlet işlerinin seyrinde ve tebaanın işlerini yürütmede ihtiyaç duyduğu tüm mubahları benimseyebilir. Herhangi bir şer-i hükme maslahat bahanesiyle muhalefet etmesi caiz değildir. Mesela, gıda maddelerinin azlığı bahanesiyle bir ailenin birden fazla çocuk edinmesine mani olamaz. Mesela, istismarı önleme bahanesiyle insanları fiyat tahdidine tâbi tutamaz. Mesela, maslahat yada işlerin gözetimi bahanesiyle bir kafiri yada kadını vali tayin edemez. Bunlardan başka şer-i hükümlere aykırı hiçbir şeyi yapamaz. Bir helali haram kılması ve bir haramı helal kılması caiz değildir.

 Halife tebaanın işlerini kendi görüşüne ve içtihadına göre mutlak gütme hakkına sahiptir. Ancak herhangi bir şer-i hükme maslahat bahanesiyle muhalefet etmesi caiz değildir. Mesela ülke ekonomisine darbe vurulmasına yol açması dışında ülke sanayisini koruma bahanesiyle tebaanın emtia ithalat etmesini mani olamaz. Mesela, istismarı önleme bahanesiyle insanları fiyat tahdidine tâbi tutamaz. Mesela acil ihtiyaç olması dışında konut kolaylaştırması bahanesiyle mülk sahibini gayrimenkulunu kiralamaya zorlayamaz. Şer-i hükümlere muhalefet eden bunların dışındaki şeyleri yapamaz. Bir mubahı haram kılması veya bir haramı mubah kılması caiz değildir. Bu da Aleyhi’s Salâtu ve’s Selam’ın şu kavlinden dolayıdır:

«الإِمَامُ رَاعٍ وَمَسْـئُولٌ عَنْ رَعِيَّتِهِ»

“ İmâm [Halife, yönetici] çobandır ve raiyyesinden mesuldür.” [el-Buhari, Abdullah İbn-u Ömer kanalıyla tahric etti] Yine bunun delili, kendi görüşüne ve içtihadına bırakılmış Beyt-ul Mâlin mallarında tasarrufta bulunması, insanları bir meselede muayyen bir görüşe zorlaması ve benzerleri gibi şeriatın halifeye tahsis ettiği hükümlerdir. Bu hadis, tebaanın işlerinin güdülmesi hususunda herhangi bir sınırlama olmaksızın halifeye tebaanın işlerini mutlak şekilde gütme hakkı vermektedir. Beyt-ul Mâl, benimseme, ordunun teçhizi, valilerin atanması hükümleri ve halifeye tahsis edilen benzeri hükümler, her hususta herhangi bir sınırlama olmaksızın halifeye tahsis edilmiştir. Bunların hepsinde ona itaat etmek vaciptir ve ona isyan etmek ise günahtır. Ancak bu gütmenin yerine getirilmesinin şer-i hükümlere, yani şer-i nasslara göre gerçekleşmesi gerekir. Zira her ne kadar halifeye mutlak salahiyet verilmiş olsa da bu mutlaklık şeriat, yani şer-i hükümlere göre olmasıyla sınırlıdır. Mesela halifeye valileri dilediği gibi tayin etme salahiyeti verilmiştir. Ancak kafiri veya sabiyi veya kadını vali olarak ataması sahih olmaz. Çünkü şeriat bunu men etmiştir. Mesela kendi otoritesi altındaki beldede kafir devletlerin elçilikler açmasına izin verme hakkına sahiptir ve bu hak ona mutlak olarak verilmiştir. Ancak bu elçilikleri İslam beldelerine hakim olmanın bir aracı edinmek isteyen kafir devletlerin elçilikler açmasına izin vermesi sahih olmaz. Çünkü şeriat bunu men etmiştir. Mesela bütçenin bölümlerini ve her bölüm için gerekli meblağı belirleme hakkına sahiptir. Ancak inşası için vergiler toplayacağı bahanesiyle zorunlu olmayan ve inşası için Beyt-ul Mâlin gelirlerinin yetmediği bir baraj inşası için bütçede bir bölüm belirlemeye hakkı yoktur. Çünkü böylesi bir baraja ihtiyaç yoksa onun için vergi koymamız sahih olmaz. Hakeza Halife, şeriatın kendisine tahsis ettiği hususlarda işleri mutlak gütme salahiyetine sahiptir. Fakat bu mutlaklık ancak şer-i hükümlere göre gerçekleşmektedir. Ayrıca halifenin işleri mutlak gütme hakkına sahip olmasının manası ülkenin işlerini gütmek için uygun gördüğü kanunları çıkarmaya hakkı olması demek değildir. Bilakis bunun manası şeriat işlerin güdülmesinde tasarrufta bulunmasını mubah kıldı demektir. Mesela uygun gördüğü keyfiyetle kendi görüşüne göre işlerin güdülmesinde tasarrufta bulunma hakkı vardır. İşte o zaman işlerin güdülmesinde kendi görüşüne göre hareket etmesinin mubah kılındığı o şeyde kanun çıkardığı zaman ona itaat etmek vacip olur. Mesela şeriat, Beyt-ul Mâlin işlerini kendi görüşüne ve içtihadına göre çekip çevirme hakkı vermiş ve insanlara bu hususta ona itaat etmelerini emretmiştir. Dolayısıyla Beyt-ul Mâle ilişkin mali kanunlar çıkarmaya hakkı olur ve bu durumda bu kanunlara itaat etmek vacip hale gelir. Mesela ordunun komutanlığı ve ordunun işlerini kendi görüşü ve içtihadına göre idare etme işi ona verilmiş ve insanlara bu hususta ona itaat etmeleri emredilmiştir. Dolayısıyla ordu komutanlığına ve ordunun idaresine ilişkin kanunlar çıkarmaya hakkı vardır ve bu durumda bu kanunlara itaat etmek vacip hale gelir. Mesela tebaanın maslahatlarını kendi görüş ve içtihadına göre idare etmeye, bunları idare edecek kimseleri atamaya, bu maslahatları kendi görüş ve içtihadına göre istihdam etmeye ve insanlara bu hususta kendisine itaat etmelerini emretmeye hakkı vardır. Dolayısıyla hem maslahatların idaresine hem de memurlara ilişkin kanunlar çıkarmaya hakkı vardır ve bu durumda bu kanunlara itaat etmek vacip hale gelir. Hakeza şeran halifenin salahiyetlerinden olan hususlarda halifenin görüşüne ve içtihadında terk edilen her şeyde kanunlar çıkarmaya hakkı vardır ve bu kanunlara itaat etmek vacip olur. Şöyle denilmez: Bu kanunlar birer üsluptur. Üsluplar ise mubahlardandır. Dolayısıyla bunlar Müslümanların tamamı için de mubahtır. Dolayısıyla da halifenin muayyen üsluplar belirlemesi ve bunları farz kılması helal olmaz. Çünkü bu, mubahla amel etmeyi zorunlu kılmaktır. Mubahla amel etmeyi zorunlu kılmak mubahı farz kılar ve diğer üslupları yasaklamak mubahı haram kılar. Bu ise caiz olmaz. Böyle denilmez: Çünkü mubah, üsluplar olması bakımından bizzat üsluplardır. Beyt-ul Mâlin idaresine ilişkin üsluplar ise halife için mubah olup tüm insanlar için mubah değildir. Ordu komutanlığına ilişkin üsluplar halife için mubah olup tüm insanlar için mubah değildir. Tebaanın maslahatlarının idaresine ilişkin üsluplar halife için mubah olup tüm insanlar için mubah değildir. Bundan dolayı halifenin seçtiği bu mubahla amel etmeyi zorunlu kılmak bu mubahı farz kılmaz. Ancak şeriatın kendi görüş ve içtihadına göre halifeye tasarrufta bulunma hakkı verdiği hususlarda, yani işlerin güdülmesi için seçtiği görüş ve içtihat hususunda ona itaati vacip kılmaktadır. Zira her ne kadar bu mubah olsa da halife bunun infazını zorunlu kılmış ve bunun dışındakileri yasaklamıştır. Çünkü bu, gütmenin kendisine göre olması açısından halife için mubahtır. Çünkü gütme işi halifeye aittir ve gütme açısından insanların hepsi için mubah değildir. Bundan dolayı halifenin işleri gütmek için benimsediği mubahlara bağlanmanın vacip olması, yani şeriatın halifeye onda kendi görüşüne ve içtihadına göre tasarrufta bulunacağını belirlemesi, halifenin mubahı farz kılması ve mubahı haram kılması babına girmez. Bilakis bu, şeriatın halifeye işlerin güdülmesinde kendi görüş ve içtihadına göre tasarrufta bulunacağını belirlemesi hususunda itaatin vacip olduğu babına girer. Dolayısıyla işlerin güdülmesi için halifenin bağlandığı her mubaha bağlanmak tebaanın fertlerinden her bir ferde vacip olur. İşte Ömer İbn-u Hattab divanları buna göre oluşturmuştur. İşte halifeler, amilleri ve gözetim için muayyen tertibatları buna göre belirlemişler, onların bunlara göre amel etmelerini ve başkalarıyla amel etmemelerini zorunlu kılmışlar. Buna göre idarî kanunlar ve bu kabilden olan başka kanunlar koyulması caizdir. Bu diğer kanunlara itaat etmek vaciptir. Çünkü bu, şeriatın kendisine tahsis ettiği hususlarda halifenin emrettiği şeylerde halifeye itaat etmektir. Ancak bu, idarelerin düzenlenmesi, askerlerin tertibi ve benzerleri gibi işlerin güdülmesine dönük mubah, yani halifeye kendi ve görüşü ve içtihadına göre tasarrufta bulunması hakkının verildiği hususlar için geçerli olup her mubah için geçerli değildir. Bilakis halife olması vasfıyla halifeye mubah olan hususlarda geçerlidir. Fakat tüm insanlar için farz, mendup, mekruh, haram ve mubah olan diğer hükümlerde halife şeri hükümlerle mukayyettir. Kesinlikle ona, şeri hükümlerin dışına çıkması helal olmaz. Çünkü el-Buhâri ve Muslim, –ki lafız Muslime aittir- Âişe [RadıyAllahu Anha]’den Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

«مَنْ أَحْدَثَ فِي أَمْرِنَا هَذَا مَا لَيْسَ مِنْهُ فَهُوَ رَدٌّ»

“Her kim bu işimizde (dinimizde) onda olmayan bir şeyi ihdas ederse, merduttur.” Bu hadis genel olup halife ve başkalarını da kapsar.

 Binaenaleyh halifeye kendi görüş ve içtihadına göre tasarrufta bulunma hakkının verilmediği ve tüm insanlar için mübah olan hususlarda insanları uymaya zorlayacağı bir kanun çıkarması helal olmaz. Mesela ordu komutanlığına ilişkin üsluplar, halifeye kendi görüş ve içtihadına göre tasarrufta bulunma hakkının verildiği hususlardandır. Bunun içindir ki bunun için kanunlar koyabilir. Ancak insanları mübah olan belirli bir tip elbise giymeye zorlaması ve bunun dışındaki diğer mübah olan elbiseleri giymelerini yasaklaması veya insanları belirli bir şekilde ev yapmaya zorlaması ve bunun dışındaki mübah şekilleri yasaklaması caiz olmaz. Çünkü bu hususlar tüm insanlar için mübahtır. Dolayısıyla insanları bu mübahlardan belirli bir şeye yönelik her türlü zorlama ve diğerlerini yasaklama bir mübahı vacip kılmak ve bir mübahı haram kılmaktır. Bu ise halife için caiz değildir. Bunu yapması halinde ona itaat etmek gerekmez ve onun bu durumu Mezâlim Mahkemesine havale edilir. Lakin halife için caiz olan şey tek bir şeyle sınırlıdır ki o da halifeye kendi görüş ve içtihadına göre tasarrufta bulunma hakkının verildiği hususlardır. Yani ordu komutanlığına ve benzerlerine ilişkin üsluplar gibi halife için mübah olup tüm insanlar için mübah olmayan hususlardır. İşte bu hususlarda insanları belirli bir görüşe ve belirli bir içtihada zorlaması caizdir ve insanların ona itaat etmesi vaciptir. Yani bu hususlarda kanunlar çıkarması caizdir bunların dışındaki hususlarda kesinlikle caiz değildir. Bundan dolayı halifenin işlerin güdülmesi bahanesiyle helali haram veya haramı helal kılması helal olmaz. Mesela işlerin güdülmesini bahane ederek ülke dışına yün satışını haram kıldım demesi helal olmaz. Çünkü alış-veriş yapmak tüm insanlar için mübahtır. Dolayısıyla satmayı haram kılması veya yasaklaması helal olmaz. Ancak yün veya silah satışı veya mübahın kollarından herhangi bir kolun zarara yol açtığı sabit olursa zarara götürmesinden dolayı sadece bu kol haram olur ve Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in ordunun Semud kuyusundan su içmesini yasaklamasından alınan kaide gereği şey mübah olarak kalır.