Madde-23: Devlet şu on üç cihaz üzerine kuruludur:    1. Halife  2. Muavinler [Tefvîz Vezirleri]  3. Tenfîz Vezirleri  4. Valiler  5. Cihat Emiri  6. İç Güvenlik  7. Hariciye [Dışişleri]  8. Sanayi  9. Kadâ/Yargı  10. İnsanların Maslahatları  11. Beyt-ul Mâl [Hazine]  12. Medya  13. Ümmet Meclisi [Şurâ ve Muhasebe]

Madde-23: Devlet şu on üç cihaz üzerine kuruludur:

  • 1. Halife
  • 2. Muavinler [Tefvîz Vezirleri]
  • 3. Tenfîz Vezirleri
  • 4. Valiler
  • 5. Cihat Emiri
  • 6. İç Güvenlik
  • 7. Hariciye [Dışişleri]
  • 8. Sanayi
  • 9. Kadâ/Yargı
  • 10. İnsanların Maslahatları
  • 11. Beyt-ul Mâl [Hazine]
  • 12. Medya
  • 13. Ümmet Meclisi [Şurâ ve Muhasebe]

Bu maddenin delili; Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in fiilidir. Çünkü o, devletin cihazını bu şekil üzere ikame etmiştir. Zira Sallallahu Aleyhi ve Sellem, bizzat devlet başkanıydı ve Müslümanlara bir halife veya bir imam ikame etmelerini emrederken onlara bir devlet başkanı ikame etmelerini emretmiştir. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurmuştur:

«مَنْ خَلَعَ يَدًا مِنْ طَاعَةٍ لَقِيَ اللَّهَ يَوْمَ الْقِيَامَةِ لا حُجَّةَ لَهُ، وَمَنْ مَاتَ وَلَيْسَ فِي عُنُقِهِ بَيْعَةٌ مَاتَ مِيتَةً جَاهِلِيَّةً»

“Her kim itaatten elini çekerse kıyamet günü hüccetsiz olarak Allah'a kavuşacaktır. Her kim de boynunda biat olmadan ölürse cahiliyye ölümü ile ölmüş olur.” [Muslim tahric etti] Yani halifeye biat etmeksizin demektir. Sahâbe [Rıdvanullahi Aleyhim], ölümünden sonra Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] için bir halifenin ikamesinin gerekliliği üzerinde icmâ etmiştir. Nitekim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in vefatından sonra sahâbenin defin işini ertelemesi ve onun için bir halifeyi nasbetmekle meşgul olmasıyla halifenin ikame edilmesine dair icmâ-us sahâbenin tekid edildiği ortaya çıkmıştır.

Muavinlere gelince; bunun delili Ebû Davud, ceyyid isnad ile Aişe [RadiyAllahu Anhâ]’dan Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"إِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِالأَمِيرِ خَيْرًا جَعَلَ لَهُ وَزِيرَ صِدْقٍ، إِنْ نَسِيَ ذَكَّرَهُ وَإِنْ ذَكَرَ أَعَانَهُ. وَإِذَا أَرَادَ اللَّهُ بِهِ غَيْرَ ذَلِكَ جَعَلَ لَهُ وَزِيرَ سُوءٍ، إِنْ نَسِيَ لَمْ يُذَكِّرْهُ وَإِنْ ذَكَرَ لَمْ يُعِنْهُ"

“Allah bir emir için hayır dilediğinde ona sadık bir vezir nasip eder ki o unuttuğunda ona hatırlatır, hatırladığında da ona yardım eder. Allah bir emir için de hayır dilemezse, ona kötü bir vezir nasip eder ki o unuttuğunda ona hatırlatmaz, hatırladığında da ona yardım etmez.” et-Tirmizi, Ebî Said el-Hudri’den Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

"مَا مِنْ نَبِيٍّ إِلاَّ لَهُ وَزِيرَانِ مِنْ أَهْلِ السَّمَاءِ وَوَزِيرَانِ مِنْ أَهْلِ الأَرْضِ فَأَمَّا وَزِيرَايَ مِنْ أَهْلِ السَّمَاءِ فَجِبْرِيلُ وَمِيكَائِيلُ وَأَمَّا وَزِيرَايَ مِنْ أَهْلِ الأَرْضِ فَأَبُو بَكْرٍ وَعُمَرُ"

“Hiçbir nebi yoktur ki onun sema ehlinden iki veziri ve yeryüzü ehlinden iki veziri olmasın. Benim sema ehlinden iki vezirim Cibrîl ve Mikail’dir. Yeryüzü ehlinden iki vezirim ise Ebû Bekir ve Ömer’dir.” Buradaki “benim iki vezirim” kelimesinin manası benim iki muavinim demektir. Çünkü bu, onun lügat manasıdır. Bugün insanların vezir kelimesi ile kastettikleri manaya gelince; Müslümanların bilmediği ve kendi babında açıklandığı üzere İslam’da yönetim nizamı ile çelişen Batılı bir ıstılahtır.

 Tenfîz vezirine gelince; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ve raşidi halifeler döneminde (katip) olarak adlandırılıyordu. Onun görevi, infazda, izlemede ve uygulamada halifeye yardım etmektir. Nitekim el-Buhari, Sahih’inde Zeyd İbn-u Sabit’ten şu hadisi rivayet etmiştir:

» أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وآله وسلم أَمَرَهُ أَنْ يَتَعَلَّمَ كِتَابَ الْيَهُودِ حَتَّى كَتَبْتُ لِلنَّبِيِّ صلى الله عليه وآله وسلم كُتُبَهُ وَأَقْرَأْتُهُ كُتُبَهُمْ إِذَا كَتَبُوا إِلَيْهِ «

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bana Yahudilerin yazısını öğrenmemi emretti. Hatta Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in (onlara gönderdiği) mektuplarını ben yazar ve kendisine mektup gönderdiklerinde bunları ona ben okurdum.” İbn-u İshak, Abdullah İbn-u Zubeyr’den şu hadisi rivayet etmiştir:

"أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم اسْتَكْتَبَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ الأَرْقَمِ بْنِ عَبْدِ يَغُوثَ، وَكَانَ يُجِيبُ عَنْهُ المُلُوكَ ..."

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Abdullah İbn-u Erkam İbn-u Abdu Yegûs’u katip yaptı ve onun adına krallara cevap yazıyordu.” el-Hâkim, el-Mustedrak’ta -ez-Zehebi’nin sahihleyip muvafakat ettiği- Adullah İbn-u Ömer [RadiyAllahu Anhuma]’dan şu hadisi rivayet etti:

"أَتَى النَّبِيَّ صلى الله عليه وآله وسلم كِتَابُ رَجُلٍ، فَقَالَ لِعَبْدِ اللَّهِ بْنِ الأَرْقَمِ: أَجِبْ عَنِّي. فَكَتَبَ جَوَابَهُ ثُمَّ قَرَأَهُ عَلَيْهِ، فَقَالَ: أَصَبْتَ وَأَحْسَنْتَ، اللّهُمَّ وَفِّقْهُ، فَلَمَّا وَلِيَ عُمَرُ كَانَ يُشَاوِرُهُ"

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e bir adamın mektubu getirilince Abdullah İbn-u Erkam’a dedi ki: “Benim yerime cevap ver.” Bunun üzerine o, cevabını yazdı sonra da kendisine okudu. Dedi ki: “İsabet ettin ve doğru yaptın. Allah’ım onu muvaffak kıl.” Ömer’in valisi olduğunda onunla istişare ediyordu.”

   Valilere gelince; el-Buhari ve Muslim, Ebî Berde’den şu hadisi rivayet ettiler:

بَعَثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم أَبَا مُوسَى وَمُعَاذَ بْنَ جَبَلٍ إِلَى الْيَمَنِ، قَالَ: وَبَعَثَ كُلَّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا عَلَى مِخْلافٍ، قَالَ: وَالْيَمَنُ مِخْلافَانِ

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Ebâ Musa ile Muaz İbn-u Cebel’i Yemen’e gönderdi. (Râvi) dedi ki: Onlardan her biri bir mihlafa (bölgeye) gönderildi. Dedi ki: “Yemen iki mihlaftır (bölgedir).” Muslim’in Ebî Musa’dan yaptığı rivayette Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

لَنْ أَوْ لاَ نَسْتَعْمِلُ عَلَى عَمَلِنَا مَنْ أَرَادَهُ، وَلَكِنِ اذْهَبْ أَنْتَ يَا أَبَا مُوسَى أَوْ يَا عَبْدَ اللَّهِ بْنَ قَيْسٍ، فَبَعَثَهُ عَلَى الْيَمَنِ ثُمَّ أَتْبَعَهُ مُعَاذَ بْنَ جَبَل

“Biz, işimize (yönetimimize) onu isteyen kimseyi atamayız -veya- asla atamayız. Lakin sen git ey Ebâ Musa - veya- Abdullah İbn-u Kays!” Sonra onu Yemen’e (vali olarak) gönderdi. Sonra da onu (vali olarak) Muaz İbn-u Cebel takip etti.” el-Buhari ve Muslim’de Amr İbn-u Avf el- Ensari’den şöyle dediği geçti:

"... وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم هُوَ صَالَحَ أَهْلَ الْبَحْرَيْنِ وَأَمَّرَ عَلَيْهِمْ الْعَلاءَ بْنَ الْحَضْرَمِيِّ"

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Bahrayen halkı ile sulh yaptı ve el-Ala İbn-u el-Hadrami’yi onların üzerine emir tayin etti.” İbn-u AbdilBerr el-İstiyab’ta şöyle dedi: “Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Amr İbn-ul Âs’ı Umman’a vali tayin etti ve üzerinden fazla zaman geçmemişti ki Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] vefat etti.”

Cihad emirine gelince; bunun delili sünnettendir: İbn-u Sa’d et-Tabakât’ta Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu rivayet etti:

" أَمِيرُ النَّاسِ زَيْدُ بْنُ حَارِثَةَ، فَإِنْ قُتِلَ فَجَعْفَرُ بْنُ أَبِي طَالِبَ، فَإِنْ قُتِلَ فَعَبْدُ اللَّهِ بْنُ رَوَاحَةَ، فَإِنْ قُتِلَ فَلْيَـرْتَضِ الـمُـسْـلِمُونَ بَيْنَهُمْ رَجُـلاً فَيَجْعَلُوهُ عَلَيْهِمْ"

İnsanların emiri, Zeyd İbn-u Hârise’dir. O katledilirse, Cafer İbn-u Ebî Talip’tir. O katledilirse, Abdullah İbn-u Ravâha’dır. O katledilirse, Müslümanlar aralarından bir adama razı olup onu başlarına geçirsinler. el-Buhari, Abdullah İbn-u Ömer’den şöyle dediğini rivayet etti:

" أَمَّرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم فِي غَزْوَةِ مُؤْتَةَ زَيْدَ بْنَ حَارِثَةَ ..."

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Mute gazvesinde Zeyd İbn-u Hârise’yi emir tayin etti.” el-Buhari, Seleme İbn-u Ekvâ hadisinden şöyle dediğini rivayet etti:

"غَزَوْتُ مَعَ النَّبِيِّ صلى الله عليه وآله وسلم سَبْعَ غَزَوَاتٍ وَغَزَوْتُ مَعَ ابْنِ حَارِثَةَ اسْتَعْمَلَهُ عَلَيْنَا"

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ile birlikte yedi gazveye katıldım ve İbn-u Hârise ile birlikte gazveye katıldım ki onu başımıza âmil tayin etmişti.” el-Buhari ve Muslim, Abdullah İbn-u Ömer [RadiyAllahu Anhuma]’dan şöyle dediğini rivayet ettiler

" بَعَثَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم بَعْثًا وَأَمَّرَ عَلَيْهِمْ أُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ، فَطَعَنَ بَعْضُ النَّاسِ فِي إِمَارَتِهِ، فَقَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم: أَنْ تَطْعُنُوا فِي إِمَارَتِهِ فَقَدْ كُنْتُمْ تَطْعُنُونَ فِي إِمَارَةِ أَبِيهِ مِنْ قَبْلُ، وَايْمُ اللَّهِ إِنْ كَانَ لَخَلِيقًا لِلإِمَارَةِ ..."

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] bir birlik gönderdi. Başlarındaki emir Usâme İbn-u Zeyd idi. Bazıları onun emirliği hakkında kötü konuştular. Bunun üzerine Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurdu: “Şimdi siz onun emirliğine dil uzatıyorsunuz. Daha önce de babasının emirliğine dil uzatmıştınız. Allah’a yemin olsun ki o emirliğe nasıl tamamen layıksa… Muslim, Burayde’den şöyle dediğini rivayet etti:

" كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم إِذَا أَمَّرَ أَمِيرًا عَلَى جَيْشٍ أَوْ سَرِيَّةٍ أَوْصَاهُ ..."

“Rasulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] bir orduya yada seriyyeye bir emir tayin ettiğinde ona tavsiyede bulunurdu... Dahili güvenliğe gelince; bu dairenin başında polis sahibi (polis amiri) bulunur ve onun görevi dâr-ul İslam’da güvenliği sağlamaktır. Eğer bundan aciz kalırsa bunu halifenin izniyle ordu üstlenir. Bunun delili el-Buhari’nin Enes’ten şöyle rivayet etmesidir:

" كَانَ قَيْسُ بْنُ سَعْدٍ مِنْ النَّبِيِّ صلى الله عليه وآله وسلم بِمَنْزِلَةِ صَاحِبِ الشُّرَطِ مِنْ الأَمِيرِ"

“Kays İbn-u Sa’d Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] nezdinde emirden şurta sahibi konumunda idi.” Hariciye/dışişlerine gelince; Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] diğer devletler ve varlıklar ile dış ilişkiler kuruyordu. Nitekim Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Osman İbn-u Affân’ı Kureyş ile müzakere etmek üzere gönderdiği gibi, Kureyş’in elçileri ile de Sallallahu Aleyhi ve Sellem bizzat müzakere ediyordu. Keza Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] krallara elçiler gönderdiği gibi, kralların ve yöneticilerin elçilerini de kabul ediyordu. Anlaşmalar ve barışlar akdediyordu. Keza kendisinden sonraki halifeleri de diğer devletler ve varlıklar ile siyasi ilişkiler kuruyorlar, şahsın bizatihi yapabileceği işler için kendisi adına başkasını vekil kılabilmesi veya kendisi adına başkasına niyabet verebilmesi esası üzere kendileri adına bu işler ile kaim olacakları tayin ediyorlardı.

 Sanayiye gelince; bunun delili kitap ve sünnettir. Allahuteala, şöyle buyurmuştur:

))وَأَعِدُّوا لَهُمْ مَا اسْتَطَعْتُمْ مِنْ قُوَّةٍ وَمِنْ رِبَاطِ الْخَيْلِ تُرْهِبُونَ بِهِ عَدُوَّ اللَّهِ وَعَدُوَّكُمْ وَآَخَرِينَ مِنْ دُونِهِمْ لَا تَعْلَمُونَهُمُ اللَّهُ يَعْلَمُهُمْ وَمَا تُنْفِقُوا مِنْ شَيْءٍ فِي سَبِيلِ اللَّهِ يُوَفَّ إِلَيْكُمْ وَأَنْتُمْ لَا تُظْلَمُونَ((

“Onlara karşı gücünüz yettiğince kuvvetten ve (cihat için beslenen) savaş atlarından hazırlayın ki hem Allah’ın düşmanlarını, hem kendi düşmanlarınızı, hem de onlardan başka sizin bilmeyip de Allah’ın bildiği diğerlerini korkutasınız. Allah yolunda ne harcarsanız size eksiksiz ِdenir, siz asla haksızlığa uğratılmazsınız.” [el-Enfâl 60] Sünnete gelince; İbn-u Sa’d et-Tabakat’ta Mekhûl’dan şöyle rivayet etti:

"أَنَّ النَّبِيَّ صلى الله عليه وآله وسلم نَصَبَ المِنْجَنِيقَ عَلَى أَهْلِ الطَّائِفِ أَرْبَعِينَ يَوْماً"

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Taif halkını kırk gün boyunca mancınık ateşine tabi tuttu.” el- Vakidî, el-Megazî’de şöyle dedi:

" وَشَاوَرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم أَصْحَابَهُ، فَقَالَ لَهُ سَلْمَانُ الفَارِسِيُّ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، أَرَى أَنْ تَنْصُبَ المِنْجَنِيقَ عَلَى حِصْنِهِمْ، فَإِنَّا كُنَّا بِأَرْضِ فَارِسَ نَنْصُبُ المِنْجَنِيقَاتِ عَلَى الحُصُونِ وَتُنْصَبُ عَلَيْنَا. فَنُصِيبُ مِنْ عَدُوِّنَا وَيُصِيبُ مَنَّا بِالمِنْجَنِيقِ، وَإِنْ لَمْ يَكُنْ المِنْجَنِيقُ طَالَ الثِّواءُ؛ فَأَمَرَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم فَعَمِلَ مِنْجَنِيقاً بِيَدِهِ، فَنَصَبَهُ عَلَى حِصْنِ الطَّائِفِ ..."

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], ashabı ile istişare etti. Derken Selman Farisi, ona dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Kalelerinin karşısına mancınık kurulması gِörüşündeyim. Bizler Fars topraklarında iken bizlere karşı mancınık kurulurdu biz de kalelerin karşısına mancınıklar kurardık. Mancınıkla düşmanlarımızı vururduk onlar da bizi vururdu. Mancınık kurulmadığında işimiz uzardı.” Bunun üzerine Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], ona emretti. O da eli ile mancınık yaptı ve onu Taif’in kalesine karşı kurdu.” İbn-u İshak sîretinde şöyle dedi:

"حَتَّى إِذَا كَانَ يَوْمُ الشَّدْخَةِ عِنْدَ جِدَارِ الطَّائِفِ، دَخَلَ نَفَرٌ مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم تَحْتَ دَبَّابَةٍ، ثُمَّ زَحَفُوا بِهَا إَلَى جِدَارِ الطَّائِفِ لِيَخْرُقُوهُ ..."

“Öyle ki Taif duvarındaki Şedha [kuşatmayı yarma] Günü, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in ashabından bir grup zırhlı altına girdi. Sonra yıkmak üzere Taif duvarına girdiler.” Sonra düşmanı korkutacak şekilde hazırlık yapmak vaciptir ve bu hazırlık ancak sanayileşme ile mümkündür. Dolayısıyla sanayileşme

(ما لا يتم الواجب إلا به فهو واجب)

“Kendisi olmadıkça vacibin tamamlanmayacağı husus da vacip” olması bakımından vaciptir ve onu halife yada ona naip olan kimse idare eder.

 Kadâya [yargıya] gelince; Sallallahu Aleyhi ve Sellem, kadâyı bizzat üstleniyor ve başkalarını insanlar arasında kadâyla görevlendiriyordu. Bizzat kadâyı üstlenmesine gelince; Ümmü Seleme’den Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğu rivayet edildi:

" إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ وَإِنَّكُمْ تَخْتَصِمُونَ إِلَيَّ، وَلَعَلَّ بَعْضَكُمْ أَنْ يَكُونَ أَلْحَنَ بِحُجَّتِهِ مِنْ بَعْضٍ وَأَقْضِيَ لَهُ عَلَى نَحْوِ مَا أَسْمَعُ، فَمَنْ قَضَيْتُ لَهُ مِنْ حَقِّ أَخِيهِ شَيْئًا فَلاَ يَأْخُذْ، فَإِنَّمَا أَقْطَعُ لَهُ قِطْعَةً مِنْ النَّارِ"

“Ben ancak bir beşerim ve siz bana muhakeme oluyorsunuz. Kiminiz kiminizden daha ikna edici olabilir ve ben de dinlediğim şeyler doğrultusunda onun lehine hüküm verebilirim. Kimin lehine, kardeşinin hakkından bir şeye hükmetmişsem sakın onu almasın. Zira ona ancak ateşten bir parça ayırmışımdır.” [Şeyhayn rivayet etti/Lafız el-Buhari’ye aittir] Ebî Hurayra ve Zeyd İbn-u Halid el-Cehnî’nin hadisinde şöyle dediler:

"جَاءَ أَعْرَابِيٌّ فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، اقْضِ بَيْنَنَا بِكِتَابِ اللَّهِ. فَقَامَ خَصْمُهُ فَقَالَ: صَدَقَ، اقْضِ بَيْنَنَا بِكِتَابِ اللَّهِ ..."

“Bir Arabî gelerek dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Aramızda Allah’ın kitabı ile hükmet.” Bunun üzerine hasmı ayağa kalkarak dedi ki: “Doğru söyledi. Aramızda Allah’ın kitabı ile hükmet…” [Şeyhayn rivayet etti/Lafız el-Buhari’ye aittir] Başkalarını görevlendirmesine gelince; bunun delili el-Hâkim, Şeyhayn’ın şartına göre sahih dediği ve ez-Zehebî’nin muvafakat ettiği İbn-u Abbas [RadiyAllahu Anhuma]’dan şöyle dediğini rivayet etti

"بَعَثَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم إِلَى اليَمَنِ عَلِيّاً فَقَالَ: عَلِّمْهُمُ الشَّرَائِعَ وَاقْضِ بَيْنَهُمْ. قَالَ: لاَ عِلْمَ لِي بِالقَضَاءِ. فَدَفَعَ فِي صَدْرِهِ فَقَالَ: اللَّهُمَّ اهْدِهِ لِلْقَضَاءِ"

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Ali’yi Yemen’e gönderdi ve dedi ki: “Onlara şeraiti öğret ve onların arasında hükmet.” Ali dedi ki: “Kadâ hakkında bir bilgim yok. Bunun üzerine Allah’ın Resulü göğsüne vurdu ve dedi ki: “Allah’ım onu kadâda hidayete erdir.” Yine el-Hâkim, ez-Zehebî’nin sahihleyip muvafakat ettiği Ali [RadiyAllahu Anh]’dan şöyle dediğini rivayet etti

" بَعَثَنِي رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم إِلَى اليَمَنِ فَقُلْتُ: تَبْعَثُنِي إِلَى قَوْمٍ ذَوِي أَسْنَانٍ وَأَنَا حَدَثُ السِّنِّ! قَالَ: إِذَا جَلَسَ إِلَيْكَ الخَصْمَانِ فَلاَ تَقْضِ لأَحَدِهِمَا حَتَّى تَسْمَعَ مِنَ الآخَرِ كَمَا سَمِعْتَ مِنَ الأَوَّلِ. قَالَ عَلِيٌّ: فَمَا زِلْتُ قَاضِياً"

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], beni Yemen’e gönderdi. Dedim ki: “Yaşça küçük olduğum halde sen beni yaşlı başlı bir kavme gönderiyorsun. “Taraflar senin önünde oturdukları zaman, birini dinlediğin gibi diğerini de dinleyinceye kadar sakın hüküm verme. Ali dedi ki: “Derken hep kadı oldum.”

   İcmâya gelince; el-Mâverdî el-Hâvi’de şöyle dedi: “Raşidi halifeler insanlar arasında hükmettiler, kâdılar ve yöneticiler görevlendirdiler… Dolayısıyla onların fiiliyle bu bir icmâ oldu.” İbn-u Kudâme el-Muğni’de şöyle dedi: “Müslümanlar kâdıların nasbedilmesinin meşruiyeti üzerinde icmâ ettiler.”

İnsanların maslahatlarına (idarî cihaza) gelince; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] maslahatları idare ediyor ve bunların idaresi için katipler tayin ediyordu. Böylece Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Medine’deki insanların maslahatlarını bizzat idare ediyor, işlerini görüp gözetiyor, sorunlarını çözüyor, alakalarını tanzim ediyor, ihtiyaçlarını temin ediyor ve onları işlerini düzeltecek hususlara yönlendiriyordu. Tüm bunlar, sorunsuz ve karmaşasız olarak hayatlarını kolaylaştıran idarî işlerdendi.

 Öğretim işleri hakkında; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Müslümanların evlatlarından onuna (okuma-yazma) öğretmeyi kafir esirlerin fidyesi kıldı. Fidye bedeli ganimetlerdendir ve Müslümanların mülküdür. Dolayısıyla öğretimi temin etmek, Müslümanların maslahatlarından bir maslahattır.

 Tedavi (sağlık işleri) hakkında; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e bir tabip hediye edildi. O da onu Müslümanlara ait kıldı. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in kendisine gelen hediye üzerinde tasarrufta bulunmaması, almaması, aksine Müslümanlara ait kılması, tedavinin Müslümanların maslahatlarından bir maslahat olduğuna delildir. Nitekim muttefekun aleyh olan bir hadiste Aişe [RadiyAllahu Anha]’dan şöyle dediği sabit olmuştur:

«أُصِيبَ سَعْدٌ يَوْمَ الْخَنْدَقِ رَمَاهُ رَجُلٌ مِنْ قُرَيْشٍ يُقَالُ لَهُ ابْنُ الْعَرِقَةِ رَمَاهُ فِي الأَكْحَلِ فَضَرَبَ عَلَيْهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم خَيْمَةً فِي الْمَسْجِدِ يَعُودُهُ مِنْ قَرِيبٍ ...»

“Sa’d, Kureyş’ten İbn-u Arika adında bir adamın attığı ve kolundaki damara isabet ettirdiği okla Hendek gününde yaralandı. Bunun üzerine Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], mescitte bir çadır kurdu ki onu sık sık ziyaret etsin.” Dolayısıyla devlet başkanıyken Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in hastalığında mescidin içerisinde Sa’d ile ilgilenmesinden tedavinin devletin gözettiği Müslümanların maslahatlarından bir maslahat olduğu anlaşılır. Raşidi halifeler de bunu takip etmişlerdir. Nitekim el-Hâkim, el- Mustedrak’ta Zeyd İbn-u Eslem’den o da babasından şöyle dediğini rivayet etti:

)مرضت في زمان عمر بن الخطاب مرضاً شديداً فدعا لي عمر طبيباً فحماني حتى كنت أمص النواة من شدة الحمية(

“Ömer İbn-ul Hattab’ın zamanında çok ağır hasta oldum. Bunun üzerine Ömer, benim için bir tabip çağırttı. O kadar ateşlendim ki ateşin şiddetinden çekirdekleri emiyordum.” Çalışma işleri hakkında; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] bir adamı, dilenmek yerine -ki ne de olsa birileri verir, birileri yüz çevirir- onu bir urgan, sonra bir balta satın almaya, bunlarla odun toplayıp insanlara satmaya yönlendirdi. Nitekim Ebû Davud ve İbn-u Mâce’nin tahric ettiği hadiste şöyle geçmiştir:

«... وَاشْتَرِ بِالدِّرْهَمِ الآخَرِ قَدُوماً فَائْتِنِي بِهِ، فَأَتَاهُ بِهِ، فَشَدَّ فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم عُوداً بِيَدِهِ ثُمَّ قَالَ: اذْهَبْ وَاحْتَطِبْ وَبِعْ، فَلاَ أَرَيَنَّكَ خَمْسَةَ عَشَرَ يَوْماً، فَفَعَلَ، فَجَاءَ وَقَدْ أَصَابَ عَـشْـرَةَ دَرَاهِـمَ ...»

“Diğeri ile de bir keser satın al ve bana getir.” Getirdi. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] eliyle ona bir sap taktı. Sonra şöyle buyurdu: “Şimdi git, odun topla ve onu sat. Seni on beş gün görmeyeyim.” Öyle yaptı. Sonra çıkageldi, on dirhem kazanmıştı…” el-Buhari’nin tahric ettiği hadiste de Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurdu:

» لَأَنْ يَأْخُذَ أَحَدُكُمْ حَبْلَهُ فَيَأْتِيَ بِحُزْمَةِ الْحَطَبِ عَلَى ظَهْرِهِ فَيَبِيعَهَا فَيَكُفَّ اللَّهُ بِهَا وَجْهَهُ خَـيْـرٌ لَهُ مِنْ أَنْ يَسْأَلَ النَّاسَ أَعْطَوْهُ أَوْ مَنَعُوهُ«

“Sizden birinin bir urgan alarak sırtında bir odun destesi getirip satması ve böylece yüzsuyunu (dilenmekten) koruması, insanlardan dilenmesinden daha hayırlıdır. (Çünkü insanlar) ya verirler, ya terslerler.” İşte insanların çalışma sorunlarının çözümü de Müslümanların bir maslahatıdır. Yol işleri hakkında; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] kendi zamanında yolları, çekişme halinde yolları yedi zira [Zira’: 75–90 cm arasında değişen uzunluk ölçüsü] haline getirerek tanzim ediyordu. Nitekim el-Buhari, (el-Mîtâ Yolu Babı’nda) Ebî Hurayra yoluyla şöyle rivayet etti:

«قَضَى النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم إِذَا تَشَاجَرُوا فِي الطَّرِيقِ بِسَبْعَةِ أَذْرُعٍ»

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] (el- Mîtâ) yolu hakkında tartıştıklarında (yolun) yedi zira olmasına hükmetti.” Muslim de şöyle rivayet etti:

«إِذَا اخْـتَلَفْـتُمْ فِي الطَّرِيقِ جُعِلَ عَرْضُهُ سَبْعَ أَذْرُعٍ»

Yol hakkında ihtilafa düştüğünüzde arazisini yedi zira yapın. İşte bu, o vakitteki idarî bir düzenlemedir. Şâfii mezhebinde olduğu gibi, ihtiyaca göre bundan fazla da olabilir. Ziraat hakkında; Zubeyr [RadiyAllahu Anh] ile Ensardan bir adam, arazilerinden geçen bir su yolundan sulama hakkında anlaşmazlığa düştüler. Bunun üzerine Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle buyurdu:

«اسْقِ يَا زُبَيْرُ ثُمَّ أَرْسِلِ الْمَاءَ إِلَى جَارِكَ»

“(Önce) sen sula ey Zubeyr, sonra suyu komşuna sal.” [Muttefekun aleyh/ Lafız Muslim’e aittir] İşte böylece Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] insanların maslahatını idare ediyor ve ardından gelen raşidi halifeler de insanların maslahatlarını idare ediyorlar veya idare edecek kimseleri tayin ediyorlardı.

 Beyt-ul Mâl’e gelince; Beyt-ul Mâl’in doğrudan Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e veya halifeye veya onun izniyle velayet verilenlere tâbi olduğuna birçok sinerjik [birbirini kuvvetlendiren peş peşe] deliller vardır. Nitekim Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] bazen malın muhafazasını bizatihi yerine getiriyordu ve kendisine ait hazinesi vardı. Yine malın alımını, dağıtımını ve yerine koyulmasını üstleniyordu. Bazen de kendisinden başkasına bu işler için velayet veriyordu. Keza ardından gelen raşidi halifeleri de bu şekilde yapıyorlardı. Zira Beyt-ul Mâl işlerini ya bizatihi üstleniyorlardı ya da kendilerinden başkasına bu işler için niyabet veriyorlardı. Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] malı, ya mescide koyuyordu. Nitekim el-Buhari, Enes’ten şöyle dediğini rivayet etti:

«أُتِيَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم بِمَالٍ مِنَ الْبَحْرَيْنِ فَقَالَ: انْثُرُوهُ فِي الْمَسْجِدِ»

Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e Bahreyn’den bir mal getirildi. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Onu mescide serin. Ya zevcelerinin odalarından bir odaya koyuyordu. Nitekim el-Buhari, Ukbe’den şöyle dediğini rivayet etti:

«صَلَّيْتُ وَرَاءَ النَّبِيِّ صلى الله عليه وآله وسلم بِالْمَدِينَةِ الْعَصْرَ، فَسَلَّمَ ثُمَّ قَامَ مُسْرِعًا، فَتَخَطَّى رِقَابَ النَّاسِ إِلَى بَعْضِ حُجَرِ نِسَائِهِ، فَفَزِعَ النَّاسُ مِنْ سُرْعَتِهِ، فَخَرَجَ عَلَيْهِمْ، فَرَأَى أَنَّهُمْ عَجِبُوا مِنْ سُرْعَتِهِ، فَقَالَ: ذَكَرْتُ شَيْئًا مِنْ تِبْرٍ عِنْدَنَا، فَكَرِهْتُ أَنْ يَحْبِسَنِي، فَأَمَرْتُ بِقِسْمَتِهِ»

“Medine’de Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in arkasında ikindi salâhını kılmıştım. Selam verdi, sonra süratle ayağa kalkıp insanların omuzların üstünden aşarak hanımlarının bazı odalarına gitti. Onun süratinden insanlar ürktüler. (Bir süre sonra) yanlarına çıkageldi. Gördü ki onlar süratinden şaşakalmışlar. Bunun üzerine şöyle buyurdu: “Yanımda biraz altın olduğunu hatırladım. Beni alıkoymasını kerih gördüm ve (gidip) dağıtılmasını emrettim.” Raşidi halifeler zamanında malların korunduğu mekan, Beyt-ul Mâl diye adlandırılır oldu. İbn-u Sa’d, et- Tabakat’ında Sehl İbn-u Hasme’den ve başkalarından şöyle zikretti:

» أن أبا بكر كان له بيت مال بالسنح ليس يحرسه أحد، فقيل له: ألا تجعل عليه من يحرسه؟ قال: عليه قفل. فكان يعطي ما فيه حتى يفرغ. فلما انتقل إلى المدينة، حوّله فجعله في داره«

“Ebâ Bekir’in es-Sanh’da kimsenin korumadığı bir beyt-i mâli vardı. Kendisine denildi ki: “Onu koruyacak birini koymaz mısın?” Dedi ki: “Üstünde kilit var.” Nitekim boşalıncaya kadar içindekileri veriyordu. Sonra Medine’ye intikal edince, onu değiştirdi ve evine koydu.” Hinâd, ez-Zuhd’de, ceyyid isnad ile Enes’ten şöyle dediğini rivayet etti:

»جاء رجل إلى عمر فقال: يا أمير المؤمنين، احملني فإني أريد الجهاد، فقال عمر لرجل: خذ بيده فأدخله بيت المال يأخذ ما يشاء ...«

“Bir adam Ömer’e gelip şöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Beni yükle. Çünkü ben cihadı arzuluyorum.” Bunun üzerine ömer bir adama şِöyle dedi: “Onun elini tut ve onu Beyt-ul Mâl’e sok. Oradan dilediğini alsın…

Medyaya gelince; bunun delili kitap ve sünnettir. Kitaba gelince; Allahuteala’nın şu kavlidir:

))وَإِذَا جَاءَهُمْ أَمْرٌ مِنَ الْأَمْنِ أَوِ الْخَوْفِ أَذَاعُوا بِهِ وَلَوْ رَدُّوهُ إِلَى الرَّسُولِ وَإِلَى أُولِي الْأَمْرِ مِنْهُمْ لَعَلِمَهُ الَّذِينَ يَسْتَنْبِطُونَهُ مِنْهُمْ((

“Onlara güvenlik veya korkuya dair bir haber geldiği zaman hemen onu yayıverirler. Halbuki onu resule veya kendilerinden olan ulu-il emre gِtürmüş olsalardı, aralarından istinbat edenler (işi içyüzünü ortaya çıkarabilenler), onun ne olduğunu bilirlerdi.” [en-Nisâ 83] Bu ayetin mevzusu haberlerdir. Sünnete gelince; el-Hâkim’in, el-Mustedrak’te Muslim’in şartına göre sahihtir diyerek rivayet ettiği ve ez-Zehebî’nin de ona muvafakat ettiği, Mekke’nin fethi hakkındaki İbn-u Abbas hadisinde şöyle geçti:

»وقد عميت الأخبار على قريش، فلا يأتيهم خبر رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم ولا يدرون ما هو صانع«

Kureyş’e haber karartması yapılmıştı. Ne Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in haberi onlara geliyor ne de yaptıklarını biliyorlardı. İbn-u Ebî Şeybe’de geçen Ebî Seleme’nin mürselinde [Tabiinden birinin, rivayet eden Sahâbinin ismini zikretmeksizin doğrudan Resulullah’tan rivayet ettiği hadiste] şöyle geçti

ثُمَّ قَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم لِعَائِشَةَ: «جَهِّزِينِي وَلاَ تُعْلِمِي بِذَلِكَ أَحَداً، ... ثُمَّ أَمَرَ بِالطُّرُقِ فَحُبِسَتْ، فَعَمَّى عَلَى أَهْلِ مَكَّةَ لاَ يَأْتِيهِمْ خَبَرٌ «

“Sonra Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Aişe’ye şöyle dedi: “Beni teçhiz et ve sakın bunu herhangi birine bildirme!” … Daha sonra yolların tutulmasını emretti. Bir de Mekke halkına karşı (haber) karartması yapıldı ki onlara hiçbir haber ulaşmasın.”

Bu da devletin güvenliği ile alakalı olan medyanın halife veya bu maksatla inşa edeceği organla bağlantılı olduğuna delalet eder.

 Şurâ Meclisine gelince; Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in daimi muayyen bir meclisi olmamıştır. Bilakis müteaddit zamanlarda Müslümanlarla istişare ediyordu ki bunu, Subhânehu’nun şu kavline icabeten yapmıştır:

((وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ))

“İş hususunda onlar ile müşavere et!” [Âl-i İmrân 159] Bu müşaverelerden bazıları şunlardır: Muslim, Bedir gününde Enes’ten şöyle rivayet etti:

» أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم شَاوَرَ حِينَ بَلَغَهُ إِقْبَالُ أَبِي سُفْيَانَ. قَالَ: فَتَكَلَّمَ أَبُو بَكْرٍ فَأَعْرَضَ عَنْهُ، ثُمَّ تَكَلَّمَ عُمَرُ فَأَعْرَضَ عَنْهُ، فَقَامَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ فَقَالَ: إِيَّانَا تُرِيدُ يَا رَسُولَ اللَّهِ، وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ، لَوْ أَمَرْتَنَا أَنْ نُخِيضَهَا الْبَحْرَ لأَخَضْنَاهَا، وَلَوْ أَمَرْتَنَا أَنْ نَضْرِبَ أَكْبَادَهَا إِلَى بَرْكِ الْغِمَادِ لَفَعَلْنَا. قَالَ فَنَدَبَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم فَانْطَلَقُوا حَتَّى نَزَلُوا بَدْرًا «

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Ebî Sufyân’ın gelmekte olduğu haberi verilince (ashabıyla) istişare etti. (Râvi) Dedi ki: “Önce Ebû Bekir konuştu. Ondan yüz çevirdi. Sonra Ömer konuştu. Ondan da yüz çevirdi. Derken Sa’d İbn-u Ubade ayağa kalkarak dedi ki: “Bizi mi kast ediyorsun ey Allah’ın Resulü! Nefsim elinde olana yemin olsun ki eğer bize atlarımızı denize sürmemizi emredecek olsan kesinlikle onları süreriz. Bize onları Berk-ı Gımad’a doğru sürmemizi emredecek olsan kesinlikle onu da yaparız.” (Enes) dedi ki: “Bunun üzerine Resulullah insanları hazırladı. Yola koyuldular ve Bedir’e kadar gelip indiler.” el-Buhari, Hudeybiye gününde Misver ve Mervan kanalıyla şöyle dediklerini rivayet etti:

"وَسَارَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم حَتَّى كَانَ بِغَدِيرِ الأَشْطَاطِ أَتَاهُ عَيْنُهُ، قَالَ إِنَّ قُرَيْشًا جَمَعُوا لَكَ جُمُوعًا، وَقَدْ جَمَعُوا لَكَ الأَحَابِيشَ، وَهُمْ مُقَاتِلُوكَ وَصَادُّوكَ عَنِ الْبَيْتِ، وَمَانِعُوكَ. فَقَالَ: أَشِيرُوا أَيُّهَا النَّاسُ عَلَيَّ، أَتَرَوْنَ أَنْ أَمِيلَ إِلَى عِيَالِهِمْ وَذَرَارِيِّ هَؤُلاءِ الَّذِينَ يُرِيدُونَ أَنْ يَصُدُّونَا عَنِ الْبَيْتِ؟ فَإِنْ يَأْتُونَا كَانَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ قَطَعَ عَيْنًا مِنَ الْمُشْـرِكِينَ وَإِلاَّ تَرَكْنَاهُمْ مَحْـرُوبِينَ. قَالَ أَبُو بَكْرٍ: يَا رَسُولَ اللَّهِ خَرَجْتَ عَامِدًا لِهَذَا الْبَيْتِ لا تُرِيدُ قَـتْلَ أَحَـدٍ وَلا حَرْبَ أَحَدٍ، فَتَوَجَّهْ لَهُ فَمَنْ صَدَّنَا عَنْهُ قَاتَلْنَاهُ. قَالَ امْضُوا عَلَى اسْمِ اللَّهِ ..."

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Ğadîr-ul Eştât (mevkiine) kadar ilerledi. Gözcüsü ona geldi ve dedi ki: “Kureyş sana karşı birlikler toplamış. Sana karşı Ehabişleri toplamışlar. Onlar seninle savaşacaklar, seni Beyt’ten men edecekler ve sana engel olacaklar.” Bunun üzerine Resulullah dedi ki: “Ey insanlar benimle istişarede bulunun. Bizi Beyt’ten (Kabe’den) men etmek isteyen bu kişilerin ailelerine ve evlatlarına doğru ilerlememi düşünür müsünüz? Eğer bize karşı gelirlerse Allah Azze ve Celle, müşriklerden bir gözü kesmiş olur. Aksi halde onları savaşılmış olarak bırakırız.” Ebû Bekir dedi ki: “Ey Allah’ın Resulü! Sen şu Beyt’i (ziyaret etmek) amacıyla yola çıktın. Ne bir kişiyi öldürmek ne de bir kişi ile harp etmek istemezsin. Şu halde ona doğru yürü! Her kim bizi ondan men ederse onunla savaşırız.” Dedi ki: “Allah’ın adıyla yürüyün…” Ancak Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Müslümanları toplamasına ve onlarla istişare etmesine rağmen istişare etmek üzere daimi şekilde kavmin nakiplerinden olan belirli şahısları çağırırdı ki onlar, Hamza, Ebû Bekir, Cafer, Ömer, Ali, İbn-u Mesud, Selman, Ammâr, Huzeyfe, Ebû Zerr, Mikdâd ve Bilal’dir. Bunlar, şurâyı daima onlara tahsis etmesinden dolayı Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şurâ meclisi mesabesindeydiler. Yine Ebû Bekir [RadiyAllahu Anh], kendisine bir husus geldiğinde görüşlerini almak için kendilerine müracaat etmek amacıyla Muhacir ve Ensardan bazı adamları tahsis ediyordu ki yanında şurâ ehli gibi olsunlar. Ebî Bekir [RadiyAllahu Anh] döneminde şurâ ehli bizzat alimler ve fetva sahipleriydi. Nitekim İbn-u Sa’d, el-Kasım’dan şunu tahric etti:

»أن أبا بكر الصـديـق كان إذا نزل به أمر يريد مشاورة أهل الرأي وأهل الفقه فيه، دعا رجالاً من المهاجرين والأنصار، دعا عمر، وعثمان، وعلياً، وعبد الرحمن بن عوف، ومعاذ بن جبل، وأبي بن كعب، وزيد بن ثابت«

“Ebâ Bekir es- Sıddîk, kendisine Ehl-ir Ra’y [Gِörüş sahipleri] ve Ehl-il Fıkh [Fakihler] ile istişare edilmesini gerektiren bir iş ile karşılaştığı zaman, Ensardan ve Muhacirden bazı adamları çağırırdı: Ömer, Osman, Ali, Abdurrahman İbn-u Avf, Muaz İbn-u Cebel, Ubeyy İbn-u Ka’b ve Zeyd İbn-u Sabit.” Onların hepsi Ebî Bekir’in hilafetinde fetva veriyorlardı ve insanlar fetva için ancak onlara başvuruyorlardı. Ebû Bekir de öyle hareket ediyordu. Sonra velayeti alan Ömer de bu gurubu çağırıyordu. Tüm bunlar, Kuran ve sünnetin nassıyla sabit şurâ konusunda ümmetten niyabet alan özel bir meclis edinilmesine delalet etmektedir. Buna [الأُمةمجلس ] Ümmet Meclisi olarak ıtlak olunur. Çünkü bu, (şurâ) konusunda ümmetin naibidir. Onun görevi aynı şekilde hakkında varit olan delillerden dolayı (muhasebe) etmektir. Nitekim Muslim, şu hadisi rivayet etmiştir:

» سَتَكُونُ أُمَرَاءُ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ، فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ، وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ، وَلَكِنْ مَنْ رَضِـيَ وَتَابَعَ، قَالُوا: أَفَلاَ نُقَاتِلُهُمْ؟ قَـالَ: لاَ مَا صَلَّوْا«

“Yöneticiler olacaktır. Onları tanıyacaksınız ve reddedeceksiniz. Her kim onları tanırsa berî olur. Her kim onlara karşı çıkarsa selamette olur. Ancak her kim razı olur ve tabii olursa (o başka)! Dediler ki: “Onlarla savaşmayalım mı?” Dedi ki: Salâhı ikame ettikleri (İslam ile yönettikleri) sürece, hayır!” Burada [الصلاة] “Salâh”, İslam ile yönetime bir kinayedir. Muhasebeye dair olarak Müslümanların, başlarında Ömer olmak üzere, Ebî Bekir’in mürtetler ile savaşmaya azmetmesine işin başında karşı çıkmalarıdır. el-Buhari ve Muslim, Ebî Hurayra’dan şöyle dediğini rivayet ettiler:

» لَمَّا تُوُفِّيَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم وَكَانَ أَبُو بَكْرٍ رضي الله عنه، وَكَفَرَ مَنْ كَفَرَ مِنَ الْعَرَبِ، فَقَالَ عُمَرُ رضي الله عنه: كَيْفَ تُقَاتِلُ النَّاسَ وَقَدْ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم: أُمِرْتُ أَنْ أُقَاتِلَ النَّاسَ حَتَّى يَقُولُوا لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللَّهُ، فَمَنْ قَالَهَا فَقَدْ عَصَمَ مِنِّي مَالَهُ وَنَفْسَهُ إِلاَّ بِحَقِّهِ، وَحِسَابُهُ عَلَى اللَّهِ. فَقَالَ: وَاللَّهِ، لأُقَاتِلَنَّ مَنْ فَرَّقَ بَيْنَ الصَّلاةِ وَالزَّكَاةِ، فَإِنَّ الزَّكَاةَ حَقُّ الْمَالِ، وَاللَّهِ، لَوْ مَنَعُونِي عَنَاقًا كَانُوا يُؤَدُّونَهَا إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم لَقَاتَلْتُهُمْ عَلَى مَنْعِهَا. قَالَ عُمَرُ رضي الله عنه فَوَاللَّهِ مَا هُوَ إِلاَّ أَنْ قَدْ شَرَحَ اللَّهُ صَدْرَ أَبِي بَكْرٍ رضي الله عنهفَعَرَفْتُ أَنَّهُ الْحَقُّ«

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] vefat edince, Ebû Bekir [RadiyAllahu Anh] geldi. Araplardan küfre girenleri tekfir etti. Bunun üzerine Ömer [RadiyAllahu Anh] şöyle dedi: “İnsanlar ile nasıl savaşıyorsun? Oysa Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurdu: “Allah’tan başka ilah yoktur deyinceye kadar insanlar ile savaşmakla emrolundum. Her kim onu söylerse benden malını ve canını ancak hakkı ile korumuş olur. Hesabı da Allah’a kalır.” O da dedi ki: “Vallahi, her kim salâh ile zekatın arasını ayırırsa mutlaka onunla savaşırım. اünkü zekat, malın hakkıdır. Vallahi, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e verdikleri bir oğlağı bana da vermezlerse, sırf bunu men ettikleri için bile onlarla savaşırım.” Ömer [RadiyAllahu Anh] dedi ki: “Vallahi bu, Allah’ın Ebû Bekir’in gِöğsünü açmasından başka bir şey değildi. O zaman onun haklı olduğunu anladım.”

Yine Bilal İbn-u Rabâh, Zubeyr ve diğerleri, Irak arazilerini savaşçılara taksim etmemesinden dolayı Ömer’e karşı çıktılar. Bir Arabî de bazı arazileri koruma altına aldığı için Ömer’e karşı çıktı. Nitekim Ebû Ubeyde, el-Emvâl’de Âmir İbn-u Abdullah İbn-Zubeyr’den, o da sanırım babasından şöyle dediğini rivayet etti:

» أتى أعرابي عمر فقال: يا أمير المؤمنين، بلادنا قاتلنا عليها في الجاهلية، وأسلمنا عليها في الإسلام، علام تحميها؟ قال: فأطرق عمر، وجعل ينفخ ويفتل شاربه، وكان إذا كربه أمر فتل شاربه ونفخ، فلما رأى الأعرابي ما به جعل يردد ذلك عليه، فقال عمر: المال مال الله، والعباد عباد الله، والله لولا ما أحمل عليه في سبيل الله ما حميت من الأرض شبراً في شبر«

“Bir Arabî, Ömer’e gelip şِöyle dedi: “Ey Müminlerin Emiri! Cahiliyede iken bu topraklarımız uğrunda savaştık. İslam’da iken de onun üzerinde Müslüman olduk. O halde ne diye himaye koruma altına alıyorsun? (Râvi) dedi ki: Ömer başını eğip sustu ve bıyığını bükerek solumaya başladı. Bir iş kendisini üzdüğünde, bıyığını büker ve (öfkeyle) solurdu. Arabî onu böyle (suskun) görünce, bunu (sormayı) tekrarlayıp durdu. Bunun üzerine Ömer şöyle dedi: “Mal, Allah’ın malıdır. Kullar, Allah’ın kullarıdır. Vallahi, Allah yolunda üzerine taşınanlar olmasaydı, araziden bir karışı bile koruma altına almazdım.” Yine Ömer, Müslümanların atları için bazı kamu mülkiyeti arazilerini koruma altına almıştır. Yine bir kadın, insanların dört yüz dirhemden fazla mehir vermesini yasaklamasından dolayı kendisine karşı çıktı ve ona şöyle dedi:

 أصابت امرأة وأخطأ عمر أما سمعت قول الله سبحانهفقال

“Bu senin hakkın değil, Yâ Ömer! Sen Allah Subhânehu’nun şu kavlini işitmedin mi?

((وَآَتَيْتُمْ إِحْدَاهُنَّ قِنْطَارًا فَلَا تَأْخُذُوا مِنْهُ شَيْئًا))

“Onlardan birisine bir kantar (altın) vermiş olsanız dahi ondan hiçbir şeyi geri almayın!” [en-Nîsa 20] Bunun üzerine şِöyle dedi: “Kadın isabet etti ve Ömer hata etti.” Böylece bu maddenin şerhinden ortaya çıkmaktadır ki Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], devlet için özel bir şekil üzere muayyen bir cihaz ikame etmiş ve Refik-ul Âlaya irtihal edinceye kadar ona göre seyretmiştir. Sonra onun ardından halifeleri geldiler ve buna göre seyrederek Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in bizatihi ikame ettiği bu cihaza göre hükmetmişlerdir. Bu da sahâbenin gözü ve kulağı önünde olmuştur. Bundan dolayı İslami Devlet’in cihazının bu şekil üzere olacağı belirlenir.