Hilafet Devleti, Anayasa, Madde 95: Hilafetin kurulmasından önce yapılan ve infaz edilen akitleri, muamelatları ve davaları, şu meselelerin olması dışında bunları hilafet yargısı bozmaz ve yeniden değerlendirmez:

  • a. İslam’a aykırı süregelen bir etkisinin olması halinde yeniden değerlendirmelidir.
  • b. Davanın, İslam’a ve Müslümanlara yapılan ve önceki yöneticiler ile zümrelerinin sebep olduğu bir eziyet ile ilgili olması halinde, halifenin bu davaları yeniden değerlendirmesi caizdir.
  • c. Gasp eden kişinin elindeki gasp edilmiş bir mal ile ilgili olması halindedir.

Hilafet Devleti kurulmadan önce bitmiş ve sonuçlanmış olan anlaşmalar, muamelatlar ve meselelerin uygulaması Hilafet’ten önce sonuçlandığı için tarafları arasında sahih sayılır, Hilafet’in kararıyla iptal edilmezler ve yeniden canlandırılmazlar. Aynı şekilde Hilafet kurulduktan sonra da bunlar hakkındaki bu tür davalar yeniden değerlendirilmezler.

Ancak bundan şu üç hal istisna edilir:

1-   Uygulaması bitmiş ve sonuçlanmış olan meselenin İslam’a aykırı süregelen bir etkisi olursa.

2-   Mesele, İslam’a ve Müslümanlara eziyet veren kimselerle ilgili olursa.

3-   Mesele, bir gaspçının elindeki mevcut gasp edilmiş bir mal ile ilgili olursa.

Hilafet Devleti kurulmadan önce uygulanması bitmiş ve sonuçlanmış olan anlaşmalar, muamelatlar ve meselelerin iptal edilmemesine ve mezkur üç halin dışında yeniden canlandırılmamasına gelince; çünkü Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], dârları İslam dârı haline geldikten sonra cahiliye muamelatlarını, akitlerini ve meselelerini iptal etmemiştir. Nitekim Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], (Mekke’nin) fethinden sonra hicret ettiği kendi evine geri dönmemiştir. Zira Âkil İbn-u Ebî Talib, -Kureyş kanunlarına göre- Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in evi de dahil Müslüman olup hicret eden aşiretinin evlerine varis olmuş, onlarla ilgili tasarrufta bulunmuş ve onları satmıştır. O sırada Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] için “siz hangi evinizde kalacaksınız” denildiğinde Sallallahu Aleyhi ve Sellem şöyle dedi:

(في أي دورك تنزل؟) فقال صلى الله عليه وآله وسلم: «وَهَلْ تَرَكَ لَنَا عَقِيلٌ مِنْ رِبَاعٍ»

“Âkil bize bir ev bıraktı mı ki?” Başka bir rivayette ise şöyle demiştir:

«وَهَلْ تَرَكَ لَنَا عَقِيلٌ مِنْ مَنْـزِلٍ»

Âkil bize kalacak bir yer bıraktı mı ki?”. Nitekim o, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in evlerini de satmıştı. Ama Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in bunu (satış akitlerini) bozmadı. el-Buhari’nin Usâme İbn-u Zeyd kanalıyla tahric ettiği hadis şöyledir:

(أَنَّهُ قَالَ زَمَنَ الْفَتْحِ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَيْنَ تَنْزِلُ غَدًا؟ قَالَ النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم: «وَهَلْ تَرَكَ لَنَا عَقِيلٌ مِنْ مَنْزِلٍ؟!»)

(Usâme) Fetih zamanı dedi ki: “Yâ Resulullah, yarın nereye yerleşeceksin?” Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurdu: Âkil bize bir ev bıraktı mı ki?Aynı şekilde varit olmuştur ki; Ebâ el-Âs Bin er-Rabî Müslüman olup Medine’ye hicret ettiğinde -ki kendisi Mekke’de şirki üzere kalırken hanımı olan Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in kızı Zeynep Bedir’den sonra Müslüman olup hicret etmişti- Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], cahiliye de yapılan akdi ikrar ederek kızı Zeynep’i nikah akdini yenilemeden ona geri vermiştir. İbn-u Mâce, İbn-u Abbas [RadiyAllahu Anhumâ] yoluyla şöyle tahric etti:

«أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلمرَدَّ ابْنَتَهُ عَلَى أَبِي الْعَاصِ بْنِ الرَّبِيعِ بَعْدَ سَنَتَيْنِ بِنِكَاحِهَا الأَوَّلِ»

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], kızını iki sene sonra ilk nikahı ile Ebî el-Âs Bin er-Rabî’ye geri verdi.” Ahmed’in rivayetinde ise şöyle geçmiştir:

«حَدَّثَنَا يَزِيدُ قَالَ أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْحَاقَ عَنْ دَاوُدَ بْنِ حُصَـيْنٍ عَنْ عِكْرِمَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلمرَدَّ ابْنَتَهُ زَيْـنَبَ عَلَى أَبِي الْعَاصِ زَوْجِهَا بِنِكَاحِهَا الأَوَّلِ بَعْدَ سَنَتَيْنِ وَلَمْ يُحْدِثْ صَدَاقًا»

“Yezid bizlere tahdis ederek dedi ki: Muhammed İbn-u İshak Davud Bin Husayni’den onun da İkrime’den onun da İbn-u Abbas’tan bize bildirdiğine göre; Resulullah [SallAllahu Aleyhi ve Selem], kızı Zeynep’i iki sene sonra hiçbir sadaka (mihr) istemeden ilk nikahı ile eşi Ebî el-Âs Bin er-Rabî’ye geri verdi.” Bu ise Ebu el-Âs’ın Müslüman olmasından sonra olmuştur. İslam’a muhalif süregelen bir etkisi bulunan meselelerin canlandırılmasına gelince; Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], İslami Devlet’te yaşamaya başlamalarından sonra insanların üzerinde kalan ribayı kaldırmış ve onlara yalnızca anaparalarını bırakmıştır. Yani onlar Dâr-ul İslam’da bulunmalarından sonra, üzerlerinde kaladuran riba kaldırılmıştır. Nitekim Ebu Davud, Süleyman İbn-u Amr’dan, o da babasından şöyle dediğini rivayet etti:

سمعت رسول الله  صلى الله عليه وآله وسلم في حجة الوداع يقول: «أَلا إِنَّ كُلَّ رِبًا مِنْ رِبَا الْجَاهِلِيَّةِ مَوْضُوعٌ، لَكُمْ رُءُوسُ أَمْوَالِكُمْ لا تَظْلِمُونَ وَلا تُظْلَمُونَ»

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’i Veda Haccında şöyle derken işittim: “Dikkat edin! Cahiliye ribasından her bir riba geçersizdir, sizin için (yalnızca) anaparalarınız vardır. Sakın zulmetmeyin ve sakın zulmedilmeyin!” Benzer şekilde cahiliye kanunlarına göre dörtten fazla evli olanlar, dâr-ul İslam’dan sonra yalnızca dördünü tutmaya mecbur edildiler. Nitekim et-Tirmizi, Abdullah İbn-u Ömer’den tahric ettiğine göre, Gaylan İbn-u Seleme es-Sekafî Müslüman oldu. Cahiliyede on hanımı vardı. Onlar da onunla birlikte Müslüman oldular.

«فَأَمَرَهُ النَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم أَنْ يَتَخَيَّرَ أَرْبَعًا مِنْهُنَّ»

“Bunun üzerine Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] kendisine onlardan dördünü seçmesini emretti.” [et- Tirmizi Abdullah İbn-u Ömer kanalıyla tahric etti] Binaenaleyh İslam’a muhalif sürekli etkisi bulunan akitlerin bu etkisi Hilafet kurulduğunda ortadan kaldırılır ve onu ortadan kaldırmak vaciptir. Mesela Müslüman bir kadın, henüz İslam’a girmeyen bir Nasrani ile evlenmiş ise Hilafet’ten sonra bu akit şer-i hükümlere göre feshedilir. İslam’a ve Müslümanlara eziyet edenler ile alakalı meselelerin yeniden ele alınmasına gelince; bu, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in Mekke’nin fethinden sonra cahiliyede İslam’a ve Müslümanlara eziyet eden birkaç kişinin öldürülmelerini, hatta Kabe’nin örtüsüne tutunup kalsalar bile öldürülmelerini emretmiş olmasından dolayıdır. Oysa Ahmed ve Taberani’nin Amr İbn-ul Âs’dan rivayetinde Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in,

«إِنَّ الإِسْلامَ يَجُبُّ مَا كَانَ قَـبْلَهُ»

“İslam kendisinden öncekileri kaldırır” dediği biliniyordu. Yani İslam’a ve Müslümanlara eziyet eden kimseler bu hadisten istisna edilirler. Zira Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], İkrime İbn-u Ebî Cehl’i affetmesi gibi daha sonra onlardan bazılarını affetmiştir. Bundan ötürü halifenin, onlar hakkındaki meseleleri yeniden ele alması da affetmesi de caizdir. Bu durum, hak sözü söyledikleri için Müslümanlara işkence edenlere veya İslam’a çatanlara da intibak eder. Dolayısıyla,

«إِنَّ الإِسْلامَ يَجُبُّ مَا كَانَ قَـبْلَهُ»

“Şüphesiz İslam, kendisinden öncekileri kaldırır” hadisi onlara intibak etmez. Bilakis onlar bundan müstesnadırlar ve halifenin uygun gördüğü şekilde onlar hakkındaki mesele canlandırılır. Bir gaspçının elindeki mevcut gasp edilmiş malla ilgili meselelerin yeniden değerlendirilmesine gelince; çünkü Müslim, Vâil İbn-u Hucri’nin şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«كُنْتُ عِنْدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم فَأَتَاهُ رَجُلاَنِ يَخْتَصِمَانِ فِي أَرْضٍ فَقَالَ أَحَدُهُمَا إِنَّ هَذَا انْـتَزَى عَلَى أَرْضِي يَا رَسُولَ اللَّهِ فِي الْجَاهِلِيَّةِ وَهُوَ امْرُؤُ الْقَيْسِ بْنُ عَابِسٍ الْكِنْدِيُّ وَخَصْمُهُ رَبِيعَةُ بْنُ عِبْدَانَ قَالَ: بَيِّنَتُكَ، قَالَ: لَيْسَ لِي بَيِّنَةٌ، قَالَ: يَمِينُهُ، قَالَ إِذَنْ يَذْهَبُ بِهَا، قَالَ: لَيْسَ لَكَ إِلاَّ ذَاكَ، قَالَ: فَلَمَّا قَامَ لِيَحْلِفَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلممَنِ اقْتَطَعَ أَرْضًا ظَالِمًا لَقِيَ اللَّهَ وَهُوَ عَلَيْهِ غَضْـبَانُ»

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in yanında iken bir arazi hususunda hasımlaşan iki adam geldi ve onlardan biri -ki o, İmru’l Kays İbn-u Âbis el-Kindî’dir ve onun hasmı ise Rabîa İbn-u Iydân’dır- dedi ki: Yâ Resulullah! İşte bu, cahiliye döneminde benim arazime atladı. Allah’ın Resulü dedi ki: “Kanıtın var mı?” Dedi ki: “Kanıtım yok.” Dedi ki: “Ona yemin gerekir.” Dedi ki: “Bu durumda onu alır.” Allah’ın Resulü dedi ki: “Senin için bundan başka yapabileceğim bir şey yok.” (Vâil) dedi ki: “(Rabîa) yemin etmek için ayağa kalkınca Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle dedi: “Her kim zulmederek bir toprak parçası alırsa üzerinde Allah’ın gazabı olduğu halde ona kavuşur.” Hadiste geçen

ان تزى على أرضي

“Benim arazime atladı” ifadesinin manası ona galebe çaldı ve ele geçirdi, yani onu gasp ederek aldı demektir. Böylece Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], cahiliye döneminde olduğunu bilmesine rağmen bir adamın, arazisini gasp eden bir kimse hakkındaki davasını kabul etmiştir. Binaenaleyh herhangi bir kimsenin bir toprak parçasını ele geçirmesi veya bir hayvanı yada bireylerin mülklerindeki bir malı gasbetmesi veya kamu yada devlet mülkiyetindeki mallardan bir malı ele geçirmesi gasp sayılır ve bunlar hakkındaki davalar kabul edilir. Bu üç hal dışındakilere gelince; Hilafet’ten önceki akitler, muameleler ve davalar, -Hilafet’in kurulmasından önce yapılmış ve infazı tamamlanmış olduğu sürece- bozulmaz ve yeniden ele alınmaz. Mesela bir adam, okulun kapılarını kırdığı suçlamasıyla iki sene hapse mahkum edilmiş, Hilafet’in kurulmasından önce bu iki seneyi tamamlamış ve hapishaneden çıkmış olsa, Hilafet’in kurulmasından sonra da hapsedilmeyi hak etmediğini düşünerek bu suçlama ile kendisini hapseden kimseler hakkında dava açmak isterse bu dava kabul edilmez. Çünkü davası görülmüş, hakkındaki hüküm verilmiş ve Hilafet’in kurulmasından önce infazı sona ermiştir. Dolayısıyla onun durumu Allah’a havale edilir. Fakat bir adam on seneye mahkum edilmiş, bunun iki senesini geçirmiş ve sonra Hilafet kurulmuş ise burada halife buna bakabilir. Ya hakkındaki cezayı asıldan ilga eder ve atfedilmiş suçlamadan beraat etmiş olarak hapishaneden çıkarılır, ya geçirdiği ile yetinilir, yani hakkında verilen hüküm iki sene olarak kabul edilerek hapishaneden çıkarılır, ya da artakalan mahkumiyet incelenir ve raiyyenin ıslahı ile özellikle şahısların haklarına ilişkin meseleler ve düşmanlıkları düzeltmek ile alakalı şer-i hükümler gereğince yeniden gözden geçirilir.