Yazdır
Kategori: Yargı

anayasaMadde 77: Kâdılar üç kısımdır:

  1. Kâdı: Ceza ve muamelat bakımından, insanlar arasındaki husumetleri ayırır.
  2. Muhtesib: Cemaat hakkına zarar veren aykırı hareketlere bakar.
  3. Mezâlim Kâdısı: Devlet ile insanlar arasında vaki olan anlaşmazlıklara bakar.

 

Bu madde, kadânın türlerine dair bir açıklamadır. İnsanlar arasındaki husumetleri çözen kadânın delili; Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in fiili ile Muaz İbn-u Cebel’i Yemen’in bir nahiyesine tayin etmiş olmasıdır. Toplum hakkına zarar veren aykırılıkları çözen ve hisbe denilen kadânın delili ise Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in fiili ve kavli ile sabittir. Nitekim Aleyhi’s Salâtu ve’s Selam şöyle dedi: … “Aldatan bizden değildir.” [Ahmed, Ebû Davud ve İbn-u Mace, Ebî Hurayra kanalıyla tahric ettiler] Yine Sallallahu Aleyhi ve Sellem, aldatanlara itiraz ediyor ve onları azarlıyordu. Nitekim Kays İbn-u Ebî Ğarze el-Kenânî’den şöyle dediğini rivayet etti: … Bizler, Medine pazarlarında alışveriş yapar ve kendimizi simsarlar [komisyoncu] diye isimlendirirdik. Bir gün Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] yanımıza çıkageldi ve bize, kendi verdiğimiz isimden daha güzel bir isim vererek şöyle buyurdu: Ey tacirler topluluğu! Alışverişe boş sözler ve yeminler karışabilmektedir. Bunları sadaka ile gideriniz.[Sünen ve musned sahipleri ile el-Hakim sahihleyip rivayet ettiler ve et-Tirmizi, hasen sahih dedi] Yine Ahmed, Ebi’l Minhâl’den şöyle rivayet etti … “Zeyd İbn-u Erkam ile el-Berâ İbn-u Âzib ortak idiler. Bir kısmı peşin, bir kısmı da vadeli olmak üzere gümüş satın aldılar. Bu Nebi’ye bildirilince onlara peşin aldıklarını geçerli saymalarını, vadeli aldıklarını döndürmelerini emretti.” İşte tüm bunlar, hisbe kadâsıdır. Toplumun hakkına zarar veren husumetleri çözen kadânın hisbe olarak isimlendirilmesi ise İslami Devlet’teki muayyen bir amelin ıstılahıdır ki o, tüccarların ve işverenlerin ticaretlerinde, işlerinde ve işyerlerinde hile yapmalarını engellemek için onları murakabe etmektir. Tartılar, ölçüler ve benzerlerini topluma zarar verecek şekilde kullanmalarını engellemektir. Bu iş ise tarafları vadeli satıştan men ettiği el-Berâ İbn-u Âzib’in hadisinde açıkça görüldüğü üzere Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in beyan ettiği, emrettiği ve hakkında çözümü üstlendiği işin aynısıdır. Yine bu delillerden birisi de İbn-u Sa’d’ın et-Tabakat’ı ile İbn-u AbdilBerr’in İstiyab’ında geçtiği üzere Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], Saîd İbn-ul Âs’ı, fetihten sonra Mekke pazarı üzerine görevlendirmiştir. Ömer İbn-ul Hattab da, kavmi arasında eş-Şifâ Hâtun diye anılan Umm-u Suleymân İbn-u Ebî Hasme’yi çarşıda kâdı olarak, yani hisbe kâdısı olarak görevlendirdi. Yine İmam Malik’in Muvattasında ve eş-Şâfi’nin Musnedinde naklettiği gibi, Abdullah İbn-u Utbe’yi de el-Medine pazarına tayin etti. Ayrıca kendisi de Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in yaptığı gibi pazarlarda dolaşıyordu. Halife, hisbe ile kaim olmaya devam etti, tâ ki el-Mehdi gelip de hisbe için özel bir cihaz kılıncaya kadar. Böylece hisbe, kadâ cihazlarından biri haline geldi. (Harun) Reşit zamanında da pazarları muhtesib dolaşıyor, ölçüleri ve tartıları aldatmalardan arındırıyor ve tüccarların muamelelerine bakıyordu. Mezâlim Kâdisi denilen kadânın deliline gelince; Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]'in fiilidir. Zira SallAllahu Aleyhi ve Sellem, bir adama kendisine kısas uygulatmıştır: el-Beyhaki, Sünen-i Kubra'da Ebî Saîd el-Hudri'nin şöyle dediğini tahric etmiştir: … "Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], bir şey paylaştırırken bir adam çıkageldi ve üzerine düşünce Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], yanında bulunan bir dalla -yani hurma dalıyla- onu itti. Adam da yaralandı. Bunun üzerine Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem], ona dedi ki: "Gel bana kısas uygula." Adam da dedi ki: "Affettim ya ResulAllah!" İşte bu olay, devlet başkanı olan "Resul [SallAllahu Aleyhi ve Sellem]" ile tebaadan biri arasındaki bir davadır. Yine SallAllahu Aleyhi ve Sellem, şöyle buyurmuştur: … "Kimin ırzına, saçına, derisine, malına bir zarar vermişsem işte Muhammed'in ırzı, saçı, derisi ve malı. Gelsin kısas uygulasın." [Ebu Yale, Fadl İbn-u Abbas'tah tahric etti] El- Haysemi, Ebi Yale’nin isnadında Ata İbn-u Muslim’in bulunduğunu, İbn-u Hibban ile başkaları onun sika olduğunu, diğerlerinin zayıf olduğunu söylediklerini ve geriye kalan ravilerin ise sika olduğunu söyledi. Taberani, Mu'cem-il Avsat'ta Fadl İbn-u Abbas'tan SallAllahu Aleyhi ve Sellem'in şöyle dediğini rivayet etmiştir: … “Kimin sırtına vurmuşsam işte sırtım gelsin ona kısas uygulasın, kimin ırzına sövmüşsem işte ırzım gelsin ona kısas uygulasın, kimin malını almışsam gelsin ona kısas uygulasın.” Bu ise mezâlim kadâsının dışında bir şey değildir. Çünkü mezâlim kadâsının tarifi, insanlar ile halife arasında vuku bulan hususlara bakmayı da kapsamaktadır. Yine mezâlim kadâsının delili, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in fiili ve kavlidir. Ancak Aleyhi’s Salâtu ve’s Selâm, devletin tüm alanlarında yalnızca mezâlime has bir kâdı kılmadı. Kezâ ondan sonraki halifeler de -Alî ibn-u Ebî Tâlib’de hâsıl olduğu gibi- mezâlimi bizzat üstlendiler. Velâkin kerramallahu vechehu, buna mahsus bir vakit ayırıp muayyen bir üslup belirlemedi. Bilakis mazlimeye meydana gelir gelmez bakılırdı, dolayısıyla işlerin bütününden bir parça idi. Durum, Abdulmelik ibn-u Mervân zamanına kadar böyle sürdü. Nitekim o, mazlimelere mahsus bir vakit ayırıp muayyen üsluplar belirleyen ilk halife oldu. Bunun için muayyen bir gün tahsis etti ve mazlimeleri değerlendirmeye aldı. Bunlardan herhangi birine müşküle düştüğünde, hakkında hükmetmesi için kâdısına sevk etti. Sonra halife, insanların mazlimelerine (şikâyetlerine) bakan nâibler düzenlemeye başladı. Böylece mezâlim, özel bir cihaz haline geldi ve [ … ] “dâr-ul adl” (adâlethane) diye isimlendirilir oldu. Muayyen bir kâdının tayini bakımından bu uygulama caizdir. Çünkü halifenin, salahiyetlerinden olan her hususta, kendi adına o hususu yerine getirecek nâiblere niyâbet vererek tayin etmesi caizdir. Bunun için muayyen bir vakit ve muayyen bir üslup tahsis etmesi bakımından da caizdir. Çünkü bunlar mubahlardandır.