111-600

Madde 111: Ümmet Meclisi şu beş salahiyete sahiptir:

  1. a. Yönetim, öğretim, sağlık, iktisat, ticaret, sanayi, ziraat ve benzeri işler gibi derin fikrî araştırma ve ileri görüşlülük gerektirmeyen iç siyaset işlerinin yürütülmesi ile ilgili amellerde ve amelî konularda halifenin Ümmet Meclisi ile istişaresinde Ümmet Meclisinin halifeye verdiği görüş bağlayıcıdır.

  b. Halife, derin araştırma ve ileri görüşlülük gerektiren fikrî konularda, tecrübe ve dirayet gerektiren konularda, fennî ve ilmî konularda, ayrıca maliye, ordu ve dış siyasette Ümmet Meclisi ile istişare edip görüşüne bakabilir. Ümmet Meclisinin bu hususlardaki görüşü ise bağlayıcı değildir.

  2. Halifenin, benimsemek istediği hükümleri ve kanunları Ümmet Meclisine havale etme hakkı vardır. Ümmet Meclisinin Müslüman üyelerinin, bunları tartışıp doğru ve yanlış yönlerini açıklama hakları da vardır. Devletin benimsediği şer-i usûllerden benimseme metodunda halife ile ihtilafa düşerlerse, aralarının ayrılması Mezâlim Mahkemesine aittir. Mahkemenin bu husustaki görüşü bağlayıcıdır.

 3. Dahilî, haricî, malî, askerî veya benzeri konularda, bilfiil devlette gerçekleşen tüm işlerde Ümmet Meclisinin halifeyi muhasebe etme hakkı vardır. Çoğunluğun görüşünün geçerli olduğu hususlarda, meclisin görüşü halifeyi bağlayıcıdır. Çoğunluğun görüşünün geçerli olmadığı hususlarda ise meclisin görüşü halifeyi bağlayıcı değildir. Şer-i açıdan tamamlanmış olan bir iş hususunda Ümmet Meclisi ile halife ihtilaf edecek olursa, Şeriata uygunluğu bakımından kesin kararı vermesi için Mezâlim Mahkemesine müracaat edilir ve mahkemenin kararı bağlayıcı olur.

  4. Ümmet Meclisinin muavinler, valiler ve âmiller aleyhine memnuniyetsizliğini bildirme hakkı vardır ve bu konudaki görüşü halifeyi bağlayıcıdır. Halifenin de onları derhal azletmesi gerekir.

5. Ümmet Meclisinin Müslüman üyeleri; Mezâlim Mahkemesinin, inikat şartlarına sahip olduklarına karar verdiği hilafet adaylarını seçme hakkına sahiptir ve çoğunluğunun bundaki görüşü bağlayıcıdır. Bundan ötürü meclis tarafından seçilenlerin haricindekilerden seçim yapılması doğru değildir.

  Bu madde, Ümmet Meclisinin salahiyetlerini açıklamaktadır. Bu salahiyetlerin delilleri aşağıdaki gibidir:

  Birinci Bent: a) Araştırma ve dakik bakış gerektirmeyen amelî işlerde ve hususlarda Ümmet Meclisinin görüş bildirmesinin deliline gelince; Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in, -kendisinin ve sahâbenin büyüklerinin Medine’de kalınması ve dışına çıkılmaması şeklindeki görüşüne rağmen- Uhud muarakesinde, orduların karşılaşması için Medine dışına çıkılması şeklindeki çoğunluğun görüşüne uymasından alınmıştır. Yine Ahmed’in rivayet ettiği Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Ebî Bekir ile Ömer [RadiyAllahu Anhumâ]’ya yönelik şu kavlinden alınmıştır:

»لَوِ اجْـتَمَعْـتُمَا فِي مَشُورَةٍ مَا خَالَفْـتُكُمَا«

Siz ikiniz bir meşverette birleşirseniz, ben size muhalefet etmem!” Bundan ötürü, raiyyenin yaşamlarını huzurlu sürdürmelerine yönelik hizmetlerin yerine getirilmesi, güvenliklerinin korunması, şehirlerinin tahkim edilmesini, tehlikenin üzerlerinden uzaklaştırılması bakımından işe götüren görüş ile alakalı tüm bu amelî hususlar, arzusuna aykırı olsa dahi halifeyi bağlayıcı olmak üzere meclisteki çoğunluğun görüşüne göre olur. Aynen Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in, Uhud’a çıkarken kendi görüşüne rağmen, çoğunluğun görüşüne uyması hadisesinde olduğu gibi.

  Birinci Bent: b) Bunlarda aslolan, halifenin bu kısım işleri kuşatmada yetkin olan âlimlerin, uzmanlık erbâbının ve ihtisas ehlinin görüşünü almasıdır. Aynen Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in, Bedir muarakesinin konumunu seçmede Habbâb İbn-ul Munzir’in görüşünü aldığı zaman hasıl olduğu gibi. Nitekim Sîret-i İbn-i Hişâm’da şöyle geçti:   

»إِنَّهُ،حِينَ نَزَلَ عِنْدَ أَدْنَى مَاءٍ مِنْ بَدْرٍ، لَمْ يَرْضَ الْحُـبَابُ بْنُ الْمُنْذِرِ بِهَذَا الْمَنْزِلِ، وَقَالَ لِلرَّسُولِيَا رَسُولَ اللهِ، أَرَأَيْتَ هَذَا الْمَنْزِلَ، أَمَنْزِلاً أَنْزَلَكَهُ اللَّهُ لَيْسَ لَنَا أَنْ نَتَقَدَّمَهُ وَلاَ نَتَأَخَّرَ عَنْهُ، أَمْ هُوَ الرَّأْيُ وَالْحَرْبُ وَالْمَكِيدَةُ؟قَالَ: بَلْ هُوَ الرَّأْيُ وَالْحَرْبُ وَالْمَكِيدَةُ، فَقَالَ: يَا رَسُولَ اللهِ، فَإِنَّ هَذَا لَيْسَ بِمَنْزِلٍ، فَانْهَضْ بِالنَّاسِ حَتَّى نَأْتِيَ أَدْنَى مَاءٍ مِنَ القَوْمِ فَنَـنْزِلَهُ، ثُمَّ نُغَوِّرُ مَا وَرَاءَهُ مِنَ القُلُبِ، ثُمَّ نَبْنِي عَلَيْهِ حَوْضاً فَنَمْلَؤُهُ مَاءً، ثُمَّ نُقَاتِلُ القَوْمَ فَنَشْرَبُ وَلاَ يَشْرَبُونَ، فَقَالَ رَسُولُ اللهِلَقَدْ أَشَرْتَ بِالرَّأْيِ، فَنَهَضَ رَسُولُ اللهِوَمَنْ مَعَهُ مِنَ النَّاسِ، فَسَارَ حَـتَّى إِذَا أَتَى أَدْنَى مَاءٍ مِنَ القَوْمِ نَزَلَ عَلَيْهِ، ثُمَّ أَمَرَ بِالْقُلُبِ فَغُوِّرَتْ، وَبَنَى حَوْضاً عَلَى القَلِيبِ الَّذِي نَزَلَ عَلَيْهِ، فَمُلِئَ مَاءً، ثُمَّ قَذَفُوا فِيهِ الآنِيَةَ«

“Sallallahu Aleyhi ve Sellem, Bedir suyundan uzak bir yere konakladığı zaman Habbâb İbn-ul Munzir bu konak yerine razı olmadı. Bunun üzerine Habbâb, Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e dedi ki: “Yâ Resulullah! Bu yer, ne ilerisine ne de gerisine gidemeyeceğimiz, Allah’ın sana (vahiy ile) bildirdiği bir yer midir? Yoksa bu görüş, harp ve harp hilesinden midir?” Dedi ki: “Bilakis bu, görüş, harp ve harp hilesindendir.” Bunun üzerine Habbâb dedi ki: “Yâ Resulullah! Burası uygun bir yer değildir. O halde insanları kaldır da kavme [Kureyş’e] en yakın suyun oraya gidelim ve oraya konaklayalım. Sonra gerideki (kuyuların) hepsini kapatalım. Ardından üzerine bir havuz yapalım ve su ile dolduralım. Daha sonra kavim ile savaşalım. Biz sudan içtiğimiz halde, onlar içemezler.” Bunun üzerine Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] dedi ki: “Sen bir görüşe işaret ettin.” Böylece Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ve beraberindeki insanlar kalktılar. Kavme en yakın suyun oraya varıncaya kadar ilerleyip orada konakladılar. Sonra kuyuların kapatılmasını emretti, onlar da kapattılar. Üzerine konakladığı kuyunun başına bir havuz yaptılar ve su ile doldurdular. Sonra içerisine bir kap koydular.” Böylece Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] el-Habbâb’ın sözünü dinleyip onun görüşüne tabi oldu.

Bu hadisedeki gibi görüş, harp ve harp hilesi kabilinden olan hususların kararlaştırılmasında insanların görüşlerinin herhangi bir kıymeti yoktur. Ancak uzman görüşüne bakılır. Buna benzer araştırma ve dakik bakış gerektiren teknik hususlarda, fikirlerde ve kezâ tariflerde, insanların görüşlerine değil, uzmanlık erbâbına ve ihtisas sahiplerine başvurulur. Zira bu konularda çoğunluğun hiçbir kıymeti yoktur bilakis yalnızca ilmin, uzmanlığın ve ihtisasın kıymeti vardır.

 Malî işler de böyledir. Çünkü şeriat, toplanacak malların türlerini belirlediği gibi bunların harcama yönlerini ve yine vergilerin ne zaman konulacağını da belirlemiştir. Buna göre ne malların toplanmasında ne de harcanmasında insanların görüşünün bir önemi vardır. Yine ordu da böyledir. Çünkü şeriat, onun işlerinin yürütülmesini halifeye ait kılmış ve cihat hükümlerini belirlemiştir. Dolayısıyla şeriatın kararlaştırdığı hususlarda insanların görüşünün hiçbir önemi yoktur. Devletin kendisi dışındaki devletler ile alakalarına yönelik işler de böyledir. Çünkü bu, araştırma ve dakik bakış gerektiren fikirlerdendir ve bunun cihat ile alakası vardır. Hele de bu görüş, harp ve harp hilesi türündendir. Bundan ötürü çoğunlukla veya azınlıkla olsun insanların bu husustaki görüşünün hiçbir önemi yoktur. Bununla birlikte halifenin kendileri ile haklarında istişare etmek ve görüşünü almak üzere bu hususları Ümmet Meclisine arz etmesi caizdir. Çünkü zâtı itibariyle arz, mubahlardandır. Üstelik Bedir hadisesinde sabit olduğu gibi meclisin bu hususlardaki görüşü bağlayıcı da değildir.

]إنما القرارلصاحبالصلاحية[

“Karar ancak salahiyet sahibinindir.”

  Birinci bendin (a) ile (b) fıkrası arasındaki farkı netleştirmek için aşağıdaki örnekleri veriyoruz:

  Ulaşım ve benzerleri bakımından uzak kalmış bir köydeki insanların maslahatına hizmet etmek için bir nehrin üstüne köprü inşa edildiği zaman meclis çoğunluğunun bu husustaki görüşü, köyün ulaşım sorununun çözümü için köprü inşası hususu halifeyi bağlayıcı olur. Fakat köprü inşası için teknik olarak uygun mekanın seçiminde ve asılı mı olmalı yoksa nehir içine çakılı sütunlar üzerinde mi olmalı ve benzerleri gibi köprü için en başarılı mühendislik tasarımının kararlaştırılmasında, uzmanlık ve ihtisas sahipleri ile istişare edilir ve meclisin çoğunluğuna bakılmaz.

  Aynı şekilde şehirlerdeki okullara ulaşımda ciddi güçlük ile karşılaşan bir köyün çocukları için bir okul yapılması konusunda Ümmet Meclisinin çoğunluğunun görüşü halifeyi bağlayıcı olur. Tasarıma elverişli konumdaki toprak zeminin kuvveti bakımından okulun köydeki konumunun seçilmesi ve yine inşaatın keyfiyeti, devletin o araziyi mülk edinip edinmeyeceği, yani satın mı almalı yoksa bir veya birkaç seneliğine kiralamalı mı ve benzeri konularda uzmanlık ve ihtisas sahipleri ile istişare edilir ve meclisin çoğunluğuna bakılmaz. Her ne kadar halifenin bu konularda kendileri ile istişare etmeye hakkı olsa da onların görüşü bağlayıcı değildir.

  Ayrıca suğur [düşman ile karşılaşma hattı] üzerinde bir belde hakkında beldenin güçlendirilmesi, başından düşman tehlikesinin uzaklaştırılması ve herhangi bir düşman saldırısında katliama ve yağmaya maruz kalmamasi bakımından Ümmet Meclisinin çoğunluğunun görüşü bağlayıcı olur. Fakat bu tahkimatın inşa keyfiyeti ve tehlikenin savılmasında hangi savaş araçlarının kullanılacağı gibi tüm bunlar hakkında uzmanlık ve ihtisas sahipleri ile istişare edilir ve meclisin çoğunluğuna bakılmaz.  Ve hakeza…

  İkinci Bent: Muhakkak ki [ التشريع] teşrii (yasama) ancak ve sadece Allah’a aittir. Allahuteala şöyle buyurdu:

)إِنِ الْحُكْمُ إِلَّا لِلَّهِ(

“Hüküm sadece Allah’a aittir.” [Yûsuf 40] Ve şöyle buyurdu:

)فَلَا وَرَبِّكَ لَا يُؤْمِنُونَ حَتَّى يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لَا يَجِدُوا فِي أَنْفُسِهِمْ حَرَجًا مِمَّا قَضَيْتَ وَيُسَلِّمُوا تَسْلِيمًا(

“Hayır! Rabbine andolsun ki onlar aralarında çıkan anlaşmazlıklarda seni hakem kılıp sonra da senin verdiğin hükme içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın tam bir teslimiyet ile teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar!” [en-Nîsâ 65] Yine SallAllahu Aleyhi ve Selem’in

)اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ(

“Allah’ı bırakıp rahiplerini ve hahamlarını Allah’tan başka Rabler edindiler...” [et-Tevbe 31] ayetinin tefsirinde şöyle geçti: et-Tirmizi, Adiyy İbn-u Hâtim yoluyla şöyle dediğini tahric etti: “Boynumda altından bir haç olduğu halde Nebi Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in yanına geldim. Bana dedi ki: ‘Ey Adiy üzerinden şu putu at! ’ Onu Berâ [et-Tevbe] suresindeki şu ayeti okurken işittim:

)اتَّخَذُوا أَحْبَارَهُمْ وَرُهْبَانَهُمْ أَرْبَابًا مِنْ دُونِ اللَّهِ(

“Allah’ı bırakıp rahiplerini ve hahamlarını Allah’tan başka Rabler edindiler.” [et-Tevbe  31]

قَالَ: أَمَا إِنَّهُمْ لَمْ يَكُونُوا يَعْبُدُونَهُمْ، وَلَكِنَّهُمْ كَانُوا إِذَا أَحَلُّوا لَهُمْ شَـيْئًا اسْـتَحَلُّوهُوَإِذَا حَرَّمُوا عَلَيْهِمْ شَـيْئًا حَرَّمُوهُ

“Dedi ki: “İnsanlar ise onlara ibadet etmiyorlar velakin onlar kendilerine herhangi bir şeyi helalleştirdiklerinde o şeyi helal sayıyorlar ve onlar kendilerine herhangi bir şeyi haramlaştırdıklarında o şeyi haram sayıyorlardı.” Bundan ötürü teşrii, meclisin görüşünden alınmaz ne mutabakat ne de çoğunluk ile! Bilakis Allah’ın kitabı ve resulünün sünneti ile irşat ettiği sahâbe icmâı ve şer-i kıyastan sahih içtihat yoluyla alınır. Bunun için Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Hudeybiye Sulhu hakkında Müslümanların çoğunluğunun görüşünü reddetmiş ve şöyle buyurmuştur:

»إِنِّي عَـبْدُ اللهِ وَرَسُولُهُ، وَلَنْ أُخَالِفَ أَمْرَهُ«

“Şüphesiz ben Allah’ın kulu ve resulüyüm ve ben onun emrine asla muhalefet etmem!” Çünkü bu sulh, Allah Subhânehu’dan bir vahiy ile yapılmıştı. İşte bu nedenle teşriide insanların görüşüne başvurulmaz. Şer-i hükümler benimseme ile kanunlar çıkarma işte bu esas üzere olur ve daha önce beyan ettiğimiz gibi hükümler ve kanunlar benimsemek, yalnızca halifenin salahiyetlerindendir. Bunlar ister kendi içtihadından olsun isterse kendisi dışındaki muteber müçtehitlerden olsun tüm bunlar şer-i nasslardan alınır. Ancak bununla birlikte halifenin benimsemek istediği şer-i hükümleri ve kanunları, haklarındaki görüşlerini öğrenmek üzere Ümmet Meclisine arz etmeye hakkı vardır. Nitekim Ömer İbn-ul Hattab [RadiyAllahu Anh] şer-i hükümler hakkında Müslümanlara başvurduğunda böyle yapmıştı ve sahâbe kendisine karşı çıkmamıştı. Irak’ta fethedilen araziler hadisesinde de böyle olmuştu. Müslümanlar kendisinden, fethettiklerini savaşçılara taksim etmesini talep etmişlerdi de o insanlara sormuştu. Sonra görüşü, adam başı cizye ödemelerine ek olarak malum haracını ödemek şartıyla arazilerin sahiplerinin elinde kalması lehinde istikrar bulmuştu. İşte böylece Ömer, ondan önce de Ebu Bekir, şer-i hükümler hakkında görüşlerini sorup almış, sahâbe de kendilerine bu hususta karşı çıkmamıştı. İşte bu, sahâbenin bunun cevazı üzerinde icmâ ettiklerine delildir.

  Devlette benimsenmiş usule dayalı benimseme metodu bakımından bu kanunların istinbatının veya delillerinin sıhhati hakkında halife ile Şurâ Meclisi arasında ihtilaf çıkması halinde Mezâlim Mahkemesine başvurulmasına gelince; halifenin benimsediği hükme, şer-i delilinin olup olmadığı ve delilin hadise üzerine intibak edip etmediği açısından bakmak Mezâlim kâdısının salahiyetlerindendir. Bundan ötürü halife, meclis ile halifenin benimsediği hükmün sahih bir şer-i hüküm olup olmadığı hakkında ihtilafa düştüğü takdirde bu çekişmeyi Mezâlim kâdısı halleder. Çünkü bu onun ihtisasındandır ve Mezâlim Mahkemesinin görüşü bağlayıcıdır.

  Meclisin gayrimüslim üyelerinin, halifenin benimsemek istediği hükümlere ve kanunlara bakmaya hakları yoktur. Bu, İslam’a iman etmemelerinden dolayıdır. Çünkü onların yalnızca yöneticinin üzerlerinde vukuu bulan zulümleri hakkında görüş belirtme hakları vardır. Şer-i hükümler ve kanunlar hakkında görüş belirtmeye değil.

  Üçüncü Bent: Bunun delili, yöneticilerin muhasebesi hakkında gelen nassların genelliğidir. Ahmed, İbn-u Ömer’den Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini rivayet etti:

»سَيَكُونُ عَلَيْكُمْ أُمَرَاءُ يَأْمُرُونَكُمْ بِمَا لاَ يَفْعَلُونَ، فَمَنْ صَدَّقَهُمْ بِكِذْبِهِمْ، وَأَعَانَهُمْ عَلَى ظُلْمِهِمْ، فَلَيْسَ مِنِّي وَلَسْتُ مِنْهُ، وَلَنْ يَرِدَ عَلَيَّ الْحَوْضَ«

“Başınızda öyle yöneticiler olacak ki kendi yapmadıklarını sizlere emrederler. Her kim onların yalanlarını doğrular ve zulümlerinde onlara yardım ederse benden değildir, ben de ondan değilim ve o, Havzımın başında yanımda da olmayacaktır.” Ahmed, Ebî Saîd el-Hudrî’den Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini rivayet etti:

... »أَلاَ إِنَّ أَفْضَلَ الْجِهَادِ كَلِمَةُ حَقٍّ عِنْدَ سُلْطَانٍجَائِرٍ«

“…Cihadın en faziletlisi zalim bir sultânın (yöneticinin) yanında (söylenen) hak sözdür.” el- Hakim, Cabir’den Nebîi[Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini rivayet etti:

»سَـيِّدُ الشُّهَدَاءِ حَمْزَةُ بْنُعَبْدِ الْمُطَّلِبِ، وَرَجُـلٌ قَـامَ إِلَى إِمَامٍ جَائِرٍ فَأَمَرَهُ وَنَهَاهُ فَقَتَلَهُ«

“Şehitlerin efendisi Hamza İbn-u Abdulmuttalib’tir ve zalim yöneticiye karşı çıkıp ona (marufu) emreden ve onu (münkerden) nehyeden ve (bunun için) katledilen kimsedir.” Müslim, Ümmü Seleme [RadiyAllahu Anhâ]’dan Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle dediğini rivayet etti:

»سَتَكُونُ أُمَرَاءُ فَتَعْرِفُونَ وَتُنْكِرُونَ، فَمَنْ عَرَفَ بَرِئَ وَمَنْ أَنْكَرَ سَلِمَ، وَلَكِنْ مَنْ رَضِيَ وَتَابَعَ«

“Öyle yöneticileriniz olacak ki onları bileceksiniz ve reddedeceksiniz. Her kim tanırsa berî olur her kim reddederse selâmeti bulur velâkin her kim de rıza gösterip tabi olursa…” İşte bu nasslar genel olup yöneticinin şer-i hükümlere göre muhasebe edilmesi gerektiğine ve bu muhasebenin tüm işlere yönelik olduğuna delalet etmektedir. Buna göre meclisin halifeyi ve onun haricinde muavinleri, valileri ve âmilleri muhasebe etmesi bilfiil meydana gelen her işe yönelik olur. İster şer-i hükme bir aykırılık olsun ister bir hata olsun ister Müslümanlara ilişkin bir zarar olsun ister raiyyeye ilişkin bir zulüm olsun isterse raiyyenin işlerinin yürütülmesinde bir aksaklık olsun fark etmez. Halife, kendisinden kaynaklanan işler, sözler ve tasarruflar hakkındaki bakış açısını ve gerekçesini beyan ederek muhasebeye ve itirazlara karşılık vermelidir ki meclis, işlerin ve hususların iyi gittiğinden ve halifenin istikamet üzere bulunduğundan mutmain olsun. Meclisin, halifenin bakış açısını kabul etmemesi ve gerekçesini reddetmesi halinde ise bakılır: Eğer bu, -birinci bendin (a) fıkrasındaki durumlar gibi- çoğunluğun görüşünün bağlayıcı olduğu durumlar hakkında ise meclisin o husustaki görüşü bağlayıcı olur. Ancak eğer görüşü, -birinci bendin (b) fıkrasındaki gibi durumlar- hakkında ise bağlayıcı değildir. Mesela eğer muhasebe, önceki örnekte geçen okulun neden yapılmadığı hakkında olursa bu muhasebe bağlayıcı olur. Eğer muhasebe, okulun neden falanın tasarımı ile değil de filanın tasarımı ile inşa edildiği hakkında olursa bu muhasebe bağlayıcı olmaz.

  Muhasebe edenler, yönetici ile işlerden bir işin şer-i yönden olup olmadığı hakkında ihtilafa düşerlerse, meclisin talebi üzerine Mezâlim Kadâsına başvurulur. Bu da Allahuteala’nın şu kavlinden dolayıdır:

)يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آَمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنْكُمْ فَإِنْ تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللَّهِ وَالرَّسُولِ(

“Ey iman edenler! Allah’a itaat edin! Resul’e itaat edin ve sizden olan ulul emre de! Eğer bir hususta çekişirseniz, onu Allah’a ve Resul’e götürün!” [en-Nîsâ 59] Bu da demektir ki eğer herhangi bir konuda ulul emir (yönetim sahipleri) ile anlaşmazlığa düşerseniz onu Allah’a ve resulüne götürün yani şeriatın hakemliğine başvurun, Ey Müslümanlar! Şeriatın hakemliği, kadâya başvurmaktır. Bunun için Mezâlim Mahkemesine başvurulur ve onun görüşü bağlayıcıdır. Çünkü bu durumda mahkeme, ihtisas sahibidir.

  Dördüncü Bent: Bunun delili, Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in Bahreyn Âmili Alâ İbn-u Hadramî’yi, Abdu Kays heyetinin onu Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e şikayet etmesinden dolayı azletmesidir. İbn-u Sa’d, Muhammed İbn-u Ömer yoluyla şöyle rivayet etti:

»أَنَّ رَسُولَ اللهِقَدْ كَتَبَ إِلَى العَلاءِ بْنِ الْحَضْرَمِيِّ أَنْ يَقْدَمَ عَلَيْهِ بِعِشْرِينَ رَجُلاً مِنْ عَبْدِ الْقَيْسِ، فَقَدِمَ عَلَيْهِ بِعِشْرِينَ رَجُلاً رَأْسُهُمْ عَبْدُ اللهِ بْنُ عَوْفٍ الأَشَجِّ، وَاسْـتَخْلَفَ العَلاَءُ عَلَى البَحْرَيْنِ الْمُنْذِرَ بْنَ سَاوَى، فَشَكَا الوَفْدُ العَلاَءَ بْنَ الْحَضْرَمِيِّ، فَعَزَلَهُ رَسُولُ اللهِ وَوَلَّى أَبَانَ بْنَ سَعِيدِ بْنِ العَاصِ، وَقَالَ لَهُ: اسْتَوْصِ بَعَبْدِ القَيْسِ خَيْراً، وَأَكْرِمْ سَرَاتَهُمْ«

“Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] el-Alâ İbn-ul Hadrâmî’ye, Abdu Kays’tan yirmi (20) kişilik bir grupla Medine’ye gelmesi için bir mektup yazdı. Başkanlığını Abdullah İbn-u Avf el-Eşecc’in yaptığı yirmi (20) kişilik grup Medine’ye geldi. el-Alâ, Bahreyn’de yerine el-Munzir İbn-u Sâvâ’yı halef bıraktı. Heyetin, el-Alâ İbn-ul Hadrâmî’den şikayetçi olması üzerine Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] onu azletti ve yerine Ebân İbn-u Saîd İbn-ul Âs’a velayet verdi ve ona şöyle dedi: Abdi Kays’a hayır tavsiye et, liderlerine de ikramda bulun!” Yine Ömer İbn-ul Hattab, insanların kendisi hakkındaki mücerret şikayeti üzerine Sa’d İbn-u Ebî Vakkâs’ı valilikten azletti ve şöyle dedi:

»إِنِّي لَمْ أَعْزِلْهُ عَنْ عَجْزٍ، وَلاَ عَنْ خِيَانَةٍ«

“Ben onu ne bir acziyetten ne de bir hıyanetten ötürü azlettim.” Bu da vilayet halklarının, valilerine ve emirlerine öfkeli olduklarını ve onlardan razı olmadıklarını açığa vurmaya hakları olduğuna, halifenin bu durumda onları azletmesi gerektiğine delalet etmektedir. Yani Vilayet meclislerini ve keza -vilayetlerdeki tüm Müslümanların vekil olması bakımından- Ümmet Meclisinin, valilerden ve âmillerden razı olmadıklarını açığa vurmaya hakkı vardır ve halifenin ilgili Vilayet Meclisinin çoğunluğunun veya Ümmet Meclisinin çoğunluğunun şikayet etmesi halinde onları azletmesi gerekir. Bu iki meclisin ayrışması halinde öncelik Vilayet Meclisinindir. Çünkü o, valinin ahvali hakkında Ümmet Meclisinden daha dirayetli, daha bilgili ve daha vakıftır.

  Beşinci Bent: İki meselesi vardır:

  Birincisi, adayların sınırlandırılmasıdır ve ikincisi de sınırlandırmanın önce altı (6) ile sonra iki (2) ile olmasıdır.

  Birincisine gelince; raşid halifelerin nasbedilme keyfiyetinin izlenmesinden açığa çıkmaktadır ki adaylar için doğrudan Müslümanların temsilcilerince veya kendilerine niyabeten adayları sınırlandırmak üzere halifeden bunu talep etmeleri ile yapılan bir sınırlandırma vardır.

 Benî Sâ’ide sakîfesindeki adaylar; Ebâ Bekir, Ömer, Ebâ Ubeyde ve Sa’d İbn-u Ubade idi ve onlar ile yetinildi. Yani adaylık onlara sınırlandırıldı ki bu, sakîfedekilerin muvafakati ile ardından Ebâ Bekir’e peşi sıra biat veren sahâbenin muvafakati ile yapıldı.

 Ebî Bekir [RadiyAllahu Anh] son zamanlarında, kendisinden sonra Hilafet mansıbı hakkında kendileriyle görüş alışverişinde bulunarak Müslümanlar ile yaklaşık üç ay istişare etti. Bu hususta onunla tartıştıktan sonra kendilerine Ömer’i aday göstermesine yani adaylığı tek bir kişi ile sınırlandırmasına muvafakat ettiler.

 Sınırlandırma, Ömer [RadiyAllahu Anh]’in hançerlenmesinden sonra daha açık ve daha net oldu. Sahabeler [RadiyAllahu Anhum] ondan kendileri için aday göstermesini talep ettiler. O da altı (6) aday belirleyip diğerlerine engel oldu. Bilindiği gibi bu hususta sertlik de gösterdi.

 Ali [RadiyAllahu Anh]’in biatinde ise kendisi tek aday idi ve kendisinden başka bir aday da yoktu. Dolayısıyla orada sınırlandırmaya da gerek yoktu.

 Bu sınırlandırma, Müslümanların gözü önünde yapıldı. Bu, caiz olmasaydı karşı çıkılacak veya uygulanamayacak hususlardandı. Zira bu hususta başkalarının adaylık hakkı engellenmekteydi. Bundan ötürü Hilafet’e aday olanların sınırlandırılması, icmâ-us sahâbe ile caizdir. Dolayısıyla ümmetin yani temsilcilerinin adayları sınırlandırma hakkı vardır. Bu, ister doğrudan ümmet yoluyla olsun isterse önceki halifenin kendilerine niyabeten sınırlandırma ile yetkilendirilmesi yoluyla olsun fark etmez.

 Bu, sınırlandırma bakımından idi. Sınırlandırmanın başlangıçta altı (6) ile olması ise Ömer [RadiyAllahu Anh]’in fiiline istinadendir. Ondan sonra sınırlandırmanın iki (2) ile olması da Abdurrahman İbn-u Avf [RadiyAllahu Anh]’in fiiline istinadendir. Biatin, Müslüman seçmenlerin çoğunluğu ile olması manasının gerçekleşmesi için de böyledir. Zira adaylar ikiden fazla olursa, oyların mesela yüzde otuz (%30) oranını alan seçimi kazanmış olur. Yani çoğunluğun -ki bu yüzde elliden (%50) fazlasıdır- daha azını alarak kazanmış olur. Oysa adayların ikiden fazla olmaması halinde kazanan için salt çoğunluk gerçekleşmiş olur.

 Ümmet Meclisinin altıya (6) ve ikiye (2) sınırlandırmasının, Mezâlim Mahkemesinin inikad şartlarına sahip olduklarına karar verdiği adaylar arasından olmasına gelince; bu, Ümmet Meclisinin bu sınırlandırmayı aralarından halifenin seçilmesi için yapıyor olmasından dolayıdır. Yani adaylarda inikad şartlarının bulunması kaçınılmazdır. Bundan ötürü Mezâlim Mahkemesi, hilafete aday olanlardan inikad şartlarına sahip olmayanları uzaklaştırır. Ardından Ümmet Meclisi, mahkemenin inaikad şartlarına sahip olduklarını kararlaştırdığı adaylar arasında sınırlandırma işlemini yapar.

 İşte beşinci bent bunun için vardır.