3-600

Madde 3: Halife, belirli şer’i hükümleri benimseyip anayasa ve kanunlar haline getirir. O, herhangi bir şer’i hükmü benimsediğinde bu hüküm gereğince amel edilmesi vacip olan yegane bağlayıcı şer’i bir hüküm olur. Bu takdirde o şer’i hüküm, yürürlüğe giren bir kanun haline gelir ki bu kanuna açıktan ve gizliden itaat etmek, devletin yönetimi altındaki her bireye vacip olur.

Bu maddenin delili; sahabenin icmâsıdır. Zira halifenin muayyen şer’i hükümler benimsemeye hakkı olduğu üzerinde sahabe icmâı hasıl olduğu gibi halifenin benimsediği hükümlerle amel etmenin vacip olduğu üzerinde de sahabe icmâı hasıl olmuştur. Dolayısıyla herhangi bir müçtehidin istinbat ettiği şer’i hükümler olsa dahi Müslümanın halifenin benimsediği hükümlerin dışında başka hükümlerle amel etmesi caiz değildir. Çünkü bütün Müslümanlar hakkında Allah’ın hükmü, halifenin benimsediği hüküm olmuştur. Nitekim raşidi halifeler, bunu takip ederek muayyen hükümler benimsemişler ve onlarla amel edilmesini emretmişlerdir. Dolayısıyla bütün sahabeler de dahil Müslümanlar, bunlarla amel eder ve kendi içtihatlarını terk ederlerdi. Nitekim Ebû Bekir, üç talakın tek talak sayılmasını ve İslam’da önceliğe veya başka bir şeye bakmaksızın malın Müslümanlara eşit olarak dağıtılmasını benimsemiş ve Müslümanlar da bu hususta ona uymuşlar, kâdılar ve valiler buna göre hareket etmişlerdir. Ömer gelince bu iki hususta Ebû Bekir’in görüşünün hilafına bir görüş benimseyerek aynı andaki üç talakın üç talak sayılmasını zorunlu kılmış ve malı İslam’da önceliğe ve ihtiyaca binaen eşitlik yerine üstünlüğe göre dağıtmıştır. Müslümanlar da bu hususta ona uymuşlar, kâdılar ile valiler bununla hükmetmişlerdir. Ayrıca Ömer, savaşta ganimet olarak ele geçirilen arazilerin savaşçılara değil ganimet olarak Beyt-ul Mâl’e ait kılınmasını, sahiplerinin elinde kalmasını, savaşçılara ve Müslümanlara taksim edilmemesini benimsemiştir. Valiler ve kâdılar da bu hususta ona uymuşlar ve benimsediği hükme göre hareket etmişlerdir. Hakeza raşidi halifelerin hepsi, benimsemeye ve insanları kendi içtihatlarını ve kendisiyle amel ettikleri hükümleri terk edip halifenin benimsediklerine bağlanmaya icbar etmeye göre hareket etmişlerdir. Dolayısıyla birincisi benimseme ve ikincisi halifenin benimsedikleri ile amel etmenin vacibiyeti olmak üzere bu iki husus üzerinde icmâ hasıl olmuştur: Bu icmâdan da şu meşhur şer’i kaideler çıkarılmıştır:

 (للسلطان أن يحدث من الأقضية بقدر ما يحدث من مشكلات)

“Sultanın ortaya çıkan sorunlar miktarınca kadâda bulunma hakkı vardır.”

 (أمرالإمام يرفع الخلاف)

“İmamın emri ihtilafları ortadan kaldırır.”

 (أمر الإمام نافذ)

“İmamın emri nafizdir.” Benimsemede aslolan tek bir mesele hakkında görüşlerin ihtilaf etmesidir. Dolayısıyla bu meselede şer’i hükme göre amel etmek için onun hakkında muayyen bir görüşü benimsemek kaçınılmazdır. Çünkü şer’i hükümler -ki bunlar kulların fillerine ilişkin Şâri’nin hitabıdır- Kuran ve sünnette gelmiş olup bunlardan çoğu Arap diline ve Şeriata göre birçok mana taşımaktadır. Bunun içindir ki insanların bunları anlamada ihtilaf etmeleri ve bu anlayıştaki ihtilafın murat edilen manada ihtilaf ve farklılık boyutuna ulaşması kaçınılmaz doğal bir durumdur. Bundan dolayı farklı ve ihtilaflı anlayışların olması kaçınılmazdır. Bunun içindir ki tek bir mesele hakkında farklı ve ihtilaflı görüşler olabilir. Mesela el-Buhari’nin İbn-u Ömer kanalıyla tahric ettiği hadiste Resul [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] Ahzap Gazvesi’nde,

«لاَ يُصَلِّيَنَّ أَحَدٌ الْعَصْرَ إِلاَّ فِي بَنِي قُرَيْظَةَ»

“Beni Kurayza’ya varmadıkça hiç kimse ikindi salâhını kılmasın” buyurunca bazı kişiler, onun bununla acele edilmesini kastettiğini anlayarak salâhı yolda kılarlarken diğer bir kısım ise onun bununla lafzın zahirini kastettiğini anlayarak Beni Kurayza’ya ulaşıp ikindi salâhını orada kılıncaya kadar salâhı tehir etmişlerdir. Bu durum Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e ulaşınca her iki gurubun anlayışını da ikrar etmiştir. Bunun gibi pek çok ayet ve hadis vardır. Dolayısıyla tek bir meselede görüşlerin ihtilaf etmesi Müslümanın bunlardan bir görüşü almasını zorunlu kılar. Çünkü bunların hepsi de birer şer’i hükümdür ve tek bir meselede bir kişi hakkında Allah’ın birden çok hükmü olmaz. Bunun içindir ki alınması amacıyla bunlardan tek bir hükmün belirlenmesi kaçınılmazdır. Bundan dolayı Müslümanın bir amel işleyeceği zaman şer’i hükmü benimsemesi elzem bir husus olup bundan hiçbir şekilde kaçış yoktur. Zira ameli işlemeye başlaması Müslümanın onu şer’i hükme göre seyrettirmesini vacip kılar. İster farz ister mendup ister haram ister mekruh isterse mübah olsun sırf şer’i hükme göre amel edilmesi vacibiyeti muayyen bir hükmü benimsemeyi zorunlu kılar. Bundan dolayı ister müçtehit ister mukallit ister halife isterse başka birisi olsun hükümleri amel etmek amacıyla aldığında her Müslümanın muayyen şer’i bir hükmü benimsemesi vaciptir. Halifeye gelince; insanların işlerini gereğince güdeceği muayyen hükümler benimsemesi kaçınılmazdır. Dolayısıyla gerek zekat, vergi, haraç ve harici ilişkiler gibi Müslümanların tamamı için genel olan yönetim ve sulta işleri hakkında gerekse devletin ve yönetimin birliği ile ilgili her hususta muayyen hükümler benimsemesi kaçınılmazdır. Ancak hükümleri benimsemesine bakılır; eğer halife, insanların işlerini İslami şer’i hükümlere göre gütmenin gerektirdiği bir işi bu iş hakkında muayyen bir hüküm benimsemeden yapamıyorsa bu durumda

 (ما لا يتم الواجب إلا به فهو واجب)

“Kendisi olmadıkça vacibin tamamlanmayacağı husus da vaciptir” şer’i kaidesi gereği benimseme yapması halifeye vacip olur. Mesela muahedeler gibi. Fakat halife, herhangi bir hususta insanların işlerini muayyen bir hüküm benimsemeden İslami şeriatın hükümlerinin gerekliliğine göre güdebiliyorsa bu durumda benimseme yapması vacip değil caiz olur. Mesela şahitlerin sayısı gibi. Zira benimseme yapması da caizdir yapmaması da caizdir. Zira benimsemenin aslı mübahtır vacip değildir. Çünkü sahabe [RadiyAllahu Anhum], imamın benimseme yapmaya hakkı olması üzerinde icmâ edip benimseme yapmasının gerekliliği üzerinde icmâ etmemişleridir. Buna göre mübah olması bakımından benimseme, vacip hale dönüşmez. Ancak güdülmesi vacip olan işler ancak benimseme yapmakla gerçekleşiyorsa bu durumda vacip yerine getirilinceye kadar vacip olur.

 

 

 

المادة 3: يتبنى الخليفة أحكاماً شرعية معينة يسنها دستوراً وقوانين، وإذا تبنى حكماً شرعياً في ذلك صار هذا الحكم وحده هو الحكم الشرعي الواجب العمل به، وأصبح حينئذ قانوناً نافذاً وجبت طاعته على كل فرد من الرعية ظاهراً وباطناً.

المادة 3: يتبنى الخليفة أحكاماً شرعية معينة يسنها دستوراً وقوانين، وإذا تبنى حكماً شرعياً في ذلك صار هذا الحكم وحده هو الحكم الشرعي الواجب العمل به، وأصبح حينئذ قانوناً نافذاً وجبت طاعته على كل فرد من الرعية ظاهراً وباطناً.

 والدليل عليها هو إجماع الصحابة. فقد انعقد إجماع الصحابة على أن للخليفة أن يتبنى أحكاماً شرعية معينة، وانعقد كذلك على أن العمل بما يتبناه الخليفة من أحكام واجب. ولا يجوز للمسلم أن يعمل بغير ما تبناه الخليفة من أحكام، حتى ولو كانت هذه الأحكام شرعية استنبطها أحد المجتهدين؛ لأن حكم الله أصبح في حق جميع المسلمين هو ما تبناه الخليفة. وقد سار الخلفاء الراشدون على ذلك فتبنوا أحكاماً معينة وأمروا بالعمل بها، فكان المسلمون ومنهم جميع الصحابة يعملون بها ويتركون اجتهادهم.

 وقد تبنى أبو بكر إيقاع الطلاق الثلاث واحدة، وتوزيع المال على المسلمين بالتساوي من غير نظر إلى القدم في الإسلام، أو غير ذلك، فاتبعه المسلمون في هذا وسار عليه القضاة والولاة. ولما جاء عمر تبنى رأياً في هاتين الحادثتين خلاف رأي أبى بكر، فألزم وقوع الطلاق الثلاث ثلاثاً، ووزع المال حسب القدم في الإسلام والحاجة، بالتفاضل لا بالتساوي، واتبعه في ذلك المسلمون، وحكم به القضاة والولاة. ثم تبنى عمر جعل الأرض التي تغنم في الحرب غنيمة لبيت المال لا للمحاربين، وأن تبقى في يد أهلها، ولا تقسم على المحاربين ولا على المسلمين، فاتبعه في ذلك الولاة والقضاة وساروا على الحكم الذي تبناه. وهكذا سار جميع الخلفاء الراشدين على التبني، وعلى إلزام الناس بترك اجتهادهم وما يعملون به من أحكام والالتزام بما تبناه الخليفة. فكان الإجماع منعقداً على أمرين: أحدهما التبني، وثانيهما وجوب العمل بما يتبناه الخليفة.ومن هذا الإجماع أخذتالقواعد الشرعية المشهورة(للسلطان أن يحدث من الأقضية بقدر ما يحدث من مشكلات) و(أمر الإمام يرفع الخلاف)، (أمر الإمام نافذ).

الحاجة للتبني

 والأصل فيالتبنيهو اختلاف الآراء في المسألة الواحدة، فكان لا بد للعمل بالحكم الشرعي في هذه المسألة من تبني رأي معين فيها؛ ذلك أن الأحكام الشرعية وهي خطاب الشارع المتعلق بأفعال العباد جاءت في القرآن والحديث، وكان فيها الكثير مما يحتمل معانٍ عدة حسب اللغة العربية وحسب الشرع؛ لذلك كان طبيعياً وحتمياً أن يختلف الناس في فهمها، وأن يصل هذا الاختلاف في الفهم إلى حد التباين والتغاير في المعنى المراد. ومن هنا كان لا بد أن تكون هناك أفهام متباينة وأفهام مختلفة، لذلك قد يكون هناك في المسألة الواحدة آراء مختلفة ومتباينة.

فالرسول صلى الله عليه وآله وسلم حين قال في غزوة الأحزاب: «لاَ يُصَلِّيَنَّ أَحَدٌ الْعَصْرَ إِلاَّ فِي بَنِي قُرَيْظَةَ»أخرجه البخاري من طريق ابن عمر فهم أشخاص أنه قصد الاستعجال وصلوا العصر في الطريق، وفهم آخرون أنه قصد ظاهر اللفظ فلم يصلوا العصر وأخروها حتى وصلوا بني قريظة فصلوها هناك،ولما بلغ الرسول صلى الله عليه وآله وسلم ذلك أقر الفريقين كلاً على فهمه، وهكذا كثير من الآيات والأحاديث.

التبني للفرد

فاختلاف الآراء في المسألة الواحدة يحتم على المسلم الأخذ برأي واحد منها؛ لأنها كلها أحكام شرعية،وحكم الله في المسألة الواحدة بالنسبة للشخص الواحد لا يتعدد، ولذلك لا بد من تعيين حكم واحد منها لأخذه، ومن هنا كان تبني المسلم لحكم شرعي معين أمراً لازماً ولا مناص منه ولا بوجه من الوجوه عندما يباشر العمل. فمباشرة العمل توجب على المسلم تسييره بالحكم الشرعي، وبمجرد وجوب العمل بالحكم الشرعي، فرضاً كان أو مندوباً أو حراماً أو مكروهاً أو مباحاً، يتحتم تبني حكم معين. ولهذا كان واجباً على كل مسلم أن يتبنى حكماً شرعياً معيناً حين يأخذ الأحكام للعمل، سواء أكان مجتهداً أم مقلداً، خليفة أم غير خليفة.

التبني للخليفة

وبالنسبة للخليفة فإنه لا بد أن يتبنى أحكاماً معينة يباشر رعاية شؤون الناس بحسبها، فلا بد أن يتبنى أحكاماً معينة فيما هو عام لجميع المسلمين من شؤون الحكم والسلطان، كالزكاة، والضرائب، والخراج، وكالعلاقات الخارجية، وكل ما يتعلق بوحدة الدولة ووحدة الحكم.

إلا أن تبنيه للأحكام ينظر فيه، فإن كان الخليفة لا يستطيع أن يقوم بأمر تستوجب القيام به رعاية شؤون الناس حسب أحكام الشريعة الإسلامية إلا إذا تبنى حكماً معيناً في ذلك الأمر، فإن التبنيحينئذ يكون واجباً على الخليفة عملاً بالقاعدة الشرعية: (ما لا يتم الواجب إلا به فهو واجب)وذلك كالمعاهدات مثلاً.

وأما إن كان الخليفة يستطيع أن يرعى شؤون الناس في أمر من الأمور حسبما تقتضي أحكام الشريعة الإسلامية دون أن يتبنى حكماً معيناً في ذلك الأمر، فإن التبنيفي هذه الحال يكون جائزاً له وليس واجباً عليه، وذلك مثل نصاب الشهادة، فإنه يجوز له أن يتبنى ويجوز له أن لا يتبنى، إذ إن أصل التبني مباح وليس بواجب؛ لأن الصحابة رضي الله عنهم أجمعوا على أن للإمام أن يتبنى ولم يجمعوا أن عليه أن يتبنى، وعلى هذا فالتبني من حيث هو مباح، ولا يصير واجباً إلا إذا كانت رعاية الشؤون الواجبة لا تتم إلا به، فيصبح حينئذ واجباً حتى يتأتى القيام بالواجب.