Yazdır
Kategori: Genel Hükümler

2-600

Madde-2: Dâr-ul İslam, üzerinde İslami hükümler tatbik edilen ve güvenliği İslami eman altında olan beldelerdir. Dâr-ul küfür ise üzerinde küfür nizamları tatbik edilen veya güvenliği İslami eman altında olmayan beldelerdir.

 Dârın birçok manası vardır bunlardan bazıları şunlardır: “Ev”, Allahuteala’nın şu kavli gibi:

 ((فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ))

“Nihayet onu da evini de yerin dibine geçirdik.”[el-Kasas 81] “Yurt”, bir kavmin konakladığı her yer onların yurdudur.Allahuteala’nın şu kavli gibi:

 ((فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ))

“Derken o şiddetli deprem onları yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökekaldılar.”[el-A’râf 91] “Belde”, Sibeveyh der ki: Bu dâr beldenin en güzelidir. “Yer ve mevkii”, Allahuteala’nın şu kavli gibi:

 ((وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ))

“Muttakilerin yeri gerçekten güzeldir.” [en-Nahl 30] Aynı şekilde mecazen “kabile” anlamına gelir. El-Buhari’de geçen Ebî Hamid es-Saidi’nin şu hadisi gibi: Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

  «إِنَّ خَيْرَ دُورِ الأَنْصَارِدَارُبَنِي النَّجَّارِ ...»

“Ensarın en hayırlı dârı (kabilesi) Benî Neccar dârıdır (kabilesidir).” Dâr, bazen muayyen isimlere izafe edilmiştir. Allahuteala’nın şu kavlinde olduğu gibi:

 (( سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ))

“İleride size fasıkların yurdunu göstereceğim.[el-A’râf 145] Ve şu kavlinde:

 ((وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ ))

“Muttakilerin yeri gerçekten güzeldir.”[en-Nahl 30] Ve şu kavlinde:

 ((فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا فِي دَارِكُمْ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ ذَلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ))

“Derken, o deveyi kestiler. Bunun üzerine Salih dedi ki: "Yurdunuzda üç gün daha yaşayın (sonra helak olacaksınız). İşte bu, yalan olmayan bir vaattir.”[Hûd 65] Ve şu kavlinde:

 ((وَأَوْرَثَكُمْ أَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ))

“Allah, onların yerlerine, yurtlarına ve mallarına sizleri varis kıldı.”[Ahzâb 27] Müslim’de geçen Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurduğu Burayde’nin hadisinde olduğu gibi:

 «... ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ»

“Sonra onları kendi dârlarından Muhacirlerin dârına hicret etmeye davet et.” Ahmed’de geçen Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in şöyle buyurduğu Seleme İbn-u Nufeyl’in hadisinde olduğu gibi:

«أَلاَ إِنَّ عُقْرَ دار المؤمنين الشامُ»

Dikkat edin! Müminlerin dârının merkezi Şam’dır.” Bazen soyut isimlere izafe edilmiştir. Allahuteala’nın şu kavlinde olduğu gibi:

((وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ))

Ve sonunda kavimlerini helak yurduna kondurdular.”[İbrahim 28] Ve şu kavlinde:

 ((الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِهِ ))

“O (Rabb) ki lütfüyle bizi asıl oturulacak yere yerleştirdi.”[Fâtır 35] Sahih hasen isnat ile İbn-u Asakir’de ve et-Tirmizi’de geçen Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] bana şöyle dediğini söyleyen Ali [RadiyAllahu Anh]’ın şu hadisinde olduğu gibi:

 «رَحِمَ اللَّهُ أَبَا بَكْرٍ زَوَّجَنِيَ ابْنَتَهُ وَحَمَلَنِي إِلَى دَارِ الْهِجْرَةِ»

“Allah, Ebû Bekir’e merhamet etsin. Beni kızı ile evlendirdi ve dâr-ul dicret’e taşıdı.” Ed-Darukutni’de geçen Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu söyleyen İbn-u Abbas’ın hadisinde olduğu gibi:

 «إِذَاخَرَجَ العَبْدُ مِنْ دَارِ الشِّرْكِ قَبْلَ سَيِّدِهِ فَهُوَ حُرٌ،وَإِذَا خَرَجَ مِنْ بَعْدِهِ رُدَّ إِلَيْهِ. وَإِذَا خَرَجَتِ المَرْأَةُمِنْ دَارِ الشِّرْكِ قَبْلَ زَوْجِهَا تَزَوَّجَتْ مَنْ شَاءَتْ، وَإِذَاخَرَجَتْ مِنْ بَعْدِهِ رُدَّتْ إِلَيْهِ».

“Köle, efendisinden önce dâr-ul şirkten çıkarsa o hürdür. Ondan sonra çıkarsa efendisine iade edilir. Kadın, kocasından önce dâr-ul şirkten çıkarsa dilediği kimse ile evlendirilir. Ondan sonra çıkarsa kocasına iade edilir.” Bazen de Şâri, dâr lafzını şu iki soyut isme izafe etmiştir ki bunlar: İslam ve şirktir. Zira Taberani, yukarıda geçen Seleme İbn-u Nufeyl’in hadisini Şamilerin musnedinde şu lafızla rivayet etmiştir:

 «أَلاَ إِنَّ عُقْرَ دَارِ الإسلام الشَّامُ»

Dikkat edin! Dâr-ul İslam’ın merkezi Şam’dır.” Böylece dâr, burada İslam’a izafe edilmiştir. Aynı şekilde el-Maverdi, Ahkam-u Sultaniye ve Havi’l Kebir’de Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:

 «مَنَعَتْ دَارُ الإِسْلاَمِ مَا فِيهَا، وَأَبَاحَتْ دَارُ الشِّرْكِ مَا فِيهَا»

Dâr-ul İslam’ın içindekiler korunmuştur. Dâr-ul şirkin içindekiler ise mübah kılınmıştır.” Yani şer’i hükümlere göre hakkıyla olması müstesna… Dâr-ul İslam’ın kanlar ve mallar için bir koruma ve şer’i hükümlere göre… savaş ve ganimet hükümlerinde olduğu gibi fiili harp halinde dâr-ul şirkin [dâr-ul harbin] koruma olmaması bakımından demektir. İşte bu taksim tüm dünyayı kapsar. Dolayısıyla dünyanın herhangi bir parçası dâr-ul İslam veya dâr-ul şirk, yani dâr-ul küfür yada dâr-ul harp kapsamı dışında kalamaz. Şu halde dâr, şu iki şartın gerçekleşmesiyle dâr-ul İslam olur: Birincisi: Güvenliği Müslümanların emanı ile olmalıdır. Bunun delili ise şu hadislerdir: İbn-u İshak, Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Mekke’de ashabına şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 «إِنَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ جَعَلَ لَكُمْ إِخْوَاناً وَدَاراً تَأْمَنُونَ بِهَا»

“Allah [Azze ve Celle] size kardeşler ve güvende olacağınız bir dâr verdi.” Bu dâr ise yukarıda geçen İbn-u Asakir’in hadisinde varit olan dâr-ul hicrettir. El-Buhari’de geçen Aişe’nin hadisinde ise Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], şöyle buyurmuştur:

 «قَدْ أُرِيتُ دَارَ هِجْرَتِكُمْ»

„Sizin hicret edeceğiniz dâr bana gösterildi.”Sallallahu Aleyhi ve Sellem ve ashabı, eman ve gücün varlığından emin oluncaya kadar Medine’ye hicret etmemişlerdir. Nitekim el-Hafız, Feth’te şöyle demiştir: el-Beyhaki, eş-Şa’bi’den güçlü bir isnat ile rivayet etmiş ve Taberani Ebî Musa el-Ansari’nin hadisinden şöyle dediğine ulaşmıştır:

«انْطَلَقَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم وَمَعَهُ العَبَّاسُ عَمُّهُإِلَى سَبْعِينَ مِنَ الأَنْصَارِ عِنْدَ العَقَبَةِ، فَقَالَ لَهُ أبوأُمامَة - يعني أسعد بن زُرَارة - سَلْ يا محمّد لِرَبِّكَ ولِنَفْسِكَ ماشِئْتَ، ثُمَّ أَخْبِرْنا ما لَنا من الثَّوَابِ. قال: أَسْأَلُكُمْلِرَبِّي أنْ تَعْـبُدُوهُ وَلا تُشْرِكُوا به شيئاً، وأَسْأَلُكُمْلِنَفْسِي ولأَصْحَابِي أنْ تُؤْوُونَا وتَنْصُرُونَا وتَمْـنَعُونَامِمَّا تَمْـنَعُونَ منه أَنْفُسَكُمْ. قالوا: فَما لَنا؟ قال: الْجَـنَّةُ. قالوا: ذلِكَ لَكَ»

“Resulullah beraberinde amcası Abbas ile Akabe’deki Ensardan olan yetmiş kişiye doğru hareket ettiler. Ebû Umame -yani Esad İbn-u Zurare- ona dedi ki: “Ey Muhammed! Rabbin ve kendin için dilediğini iste sonra da sevap olarak bizim için ne olduğunu bize haber ver.” Dedi ki: “Rabbim için sizden ona ibadet etmenizi ve hiçbir şeyi ona ortak koşmamanızı istiyorum. Kendim ve ashabım için de bizi korumanızı, bize yardım etmenizi ve kendinizi koruduğunuz şeylerden bizi de korumanızı istiyorum.” Dediler ki: “Bizler için ne var.” Dedi ki: “Cennet.” Dediler ki: “Bunları sana vereceğiz.” Sahih isnat ile Ahmed’in Ka’b İbnu Malik’ten rivayet ettiği hadistir ki onda Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] şöyle buyurmuştur

«أُبَايِعُكُمْعَلَى أَنْ تَمْنَعُونِي مِمَّا تَمْنَعُونَ مِنْهُ نِسَاءَكُمْوَأَبْنَاءَكُمْ قَالَ فَأَخَذَ الْبَرَاءُ بْنُ مَعْرُورٍ بِيَدِهِ ثُمَّقَالَ نَعَمْ وَالَّذِي بَعَثَكَ بِالْحَقِّ لَنَمْنَعَنَّكَ مِمَّانَمْنَعُ مِنْهُ أُزُرَنَا فَبَايِعْنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليهوآله وسلم فَنَحْنُ أَهْلُ الْحُرُوبِ وَأَهْلُ الْحَلْقَةِ وَرِثْنَاهَاكَابِرًا عَنْ كَابِرٍ»

“Sizinle,kadınlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanız üzere biatleşiyorum. Bunun üzerine Bera İbn-u Ma’rur, elini tuttu sonra dedi ki: “Evet, seni hak (nebi) olarak gönderene yemin olsun ki kadınlarımızı koruduğumuz şeylerden seni de koruyacağız. Biatleştik ey Allah’ın Resulü! Biz savaş ve silah çocuklarıyız. Biz savaşı atalarımızdan miras aldık.” Ahmed’in Cabir’den sahih rivayetinde ise Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in Akabe biatinde şöyle dediği geçmiştir:

 «... وَعَلَى أَنْ تَنْصُرُونِي فَتَمْنَعُونِي إِذَا قَدِمْتُ عَلَيْكُمْمِمَّا تَمْنَعُونَ مِنْهُ أَنْفُسَكُمْ وَأَزْوَاجَكُمْ وَأَبْنَاءَكُمْ،وَلَكُمُ الْجَنَّةُ ...»

“Ben size geldiğimde kendinizi, hanımlarınızı ve çocuklarınızı koruduğunuz şeylerden beni de korumanız ve bana yardım etmeniz karşılığında size cennet var” el-Beyhaki, Nübüvvetin Delilleri kitabında çok güçlü bir isnat ile Ubade İbn-u Samit’in şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 «وَعَلَىأَنْ نَنْصُرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم إِذَا قَدِمَعَلَيْنَا يَثْرِبَ مِمَّا نَمْنَعُ أَنْفُسَنَا وَأَزوَاجَناوَأَبْنَاءَنَا وَلنَا الجَّنَّةَ ...»

“Bize, yani Medine’ye geldiğinde kendimizi, hanımlarımızı ve çocuklarımızı koruduğumuz şeyler hususunda Resulullah’a yardım etmemiz karşılığında bizim için cennet var…” Sallallahu Aleyhi ve Sellem, eman ve gücün olmadığı herhangi bir mekana hicret etmeyi reddederdi. Nitekim el-Beyhaki, hasen isnatla Ali’den Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in Beni İbn-u Şeyban İbn-u Sa’lebe’ye şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 «مَاأَسَأْتُمْ فِي الرَّدِّ إَذْ أَفْصَحْتُمْ بِالصِّدْقِ، وَإِنَّ دِينَاللَّهِ لَنْ يَنْصُرَهُ إِلاَّ مَنْ حَاطَهُ مِنْ جَمِيعِ جَوَانِبِهِ»

“Siz bana kötü bir cevap vermediniz. Zira siz doğruyu söylediniz. Allah’ın dinine onu tüm yönleriyle kuşatan kimseden başkası nusret veremez.” Çünkü onlar, Fars suları tarafı hariç Arap suları tarafında nusret vermeyi teklif etmişlerdi. İkincisi: Dârda İslam hükümleri uygulanır olmalıdır. Bunun delili ise şu hadislerdir: el-Buhari, Ubade İbn-u Samit’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 «دَعَانَاالنَّبِيُّ صلى الله عليه وآله وسلم فَبَايَعْنَاهُ، فَقَالَ فِيمَاأَخَذَ عَلَيْنَا أَنْ بَايَعَنَا عَلَى السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِيمَنْشَطِنَا وَمَكْرَهِنَا، وَعُسْرِنَا وَيُسْرِنَا، وَأَثَرَةًعَلَيْنَا، وَأَنْ لاَ نُنَازِعَ الأَمْرَ أَهْلَهُ إِلاَّ أَنْ تَرَوْاكُفْراً بَوَاحاً عِنْدَكُمْ مِنْ اللَّهِ فِيهِ بُرْهَانٌ»

“Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem], bizi çağırdı biz de ona biat ettik. Bizden aldığı sözler arasında şunlar vardı: Zorlukta ve kolaylıkta, hoşnutluk ve hoşnutsuzlukta işitip itaat edeceğimize, onu kendimize tercih edeceğimize, Allah katında bir burhanınız olduğu apaçık bir küfür görmedikçe emir sahipleriyle çekişmeyeceğimize.” Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’i işitip itaat etmek onun emrinde ve nehyinde, yani hükümlerin uygulanmasında olur. Ahmed, İbn-u Hibban Sahih’inde ve Ebû Ubeyd el-Emval’de Abdullah İbn-u Amr’dan Nebi [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in şöyle buyurduğunu rivayet etmişlerdir:

 «وَالْهِجْرَةُهِجْرَتَانِ هِجْرَةُ الْحَاضِرِ وَالْبَادِي فَأَمَّا الْبَادِيفَيُطِيعُ إِذَا أُمِرَ وَيُجِيبُ إِذَا دُعِيَ وَأَمَّا الْحَاضِرُفَأَعْظَمُهُمَا بَلِيَّةً وَأَعْظَمُهُمَا أَجْرًا»

“Hicret ikidir. Biri yerleşik olanın hicreti diğeri göçebe olanın hicretidir. Göçebe olan gelince; emrolunduğunda itaat eder ve çağrıldığında icabet eder. Yerleşik olanın hicretine gelince; (hicret o kimse için) belaların en büyüğü olduğu gibi ecirlerin de en büyüğüdür.” Sallallahu Aleyhi ve Sellem’in

 «فَيُطِيعُ إِذَا أُمِرَ وَيُجِيبُ إِذَا دُعِيَ»

“Emrolunduğunda itaat eder ve çağrıldığında icabet eder” kavlindeki istidlal yönü açıktır. Çünkü çöl, dâr-ul hicret olmasa da dâr-ul İslam’dır. Bunun delili Taberani’de geçen Vasıla Bin Aska’nın hadisidir. El-Haysemi, adamları sika olan bir isnat ile Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in ona şöyle dediğini rivayet etmiştir:

«وَهِجْرَةُالبَادِيَةِ أَنْ تَرْجِعَ إِلَى بَادِيَتِكَ، وَعَلَيْكَ السَّمْعُوَالطَّاعَةُ فِي عُسْرِكَ وَيُسْرِكَ وَمَكْرَهِكَ وَمَنْشَطِكَوَأَثْرَةٍ عَلَيْكَ ...»

“Göçebe olanın hicreti senin kendi bâdiyene dönüp zorlukta, kolaylıkta, hoşnutlukta ve hoşnutsuzlukta işitip itaat edip beni kendine tercih etmendir.” Ahmed, sahih isnat ile Enes’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir:

 «إِنّيلأَسْعَى في الغِلْمانِ يَقولونَ جاءَ مُحمّد، فَأَسْعَى فَلا أَرىشَيْئاً. ثُمَّ يَقولونَ: جاءَ مُحمّد، فَأَسْعَى فَلا أَرى شَيْئاً. قال: حتى جاءَ رَسولُ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم وصاحِبُهُ أبو بَكْر،فَكُنّا في بَعْضِ حِرارِ المدينة، ثُمَّ بَعَثَا رَجُلاً مِنْ أَهْلِالمدينة لِيُؤْذِنَ بِهِما الأنصارَ، فَاسْتَقْبَلَهُمَا زُهَاءُخَمْسِمائةٍ مِنَ الأَنْصَارِ حتى انْتَهَوْا إِلَيْهِمَا. فقالت الأنصارُ: انْطَلِقَا آمِنَيْنِ مُطَاعَيْنِ. فَأَقْبَلَ رسولُ اللَّهِ صلى اللهعليه وآله وسلم وصاحِبُهُ بَيْنَ أَظْهُرِهِمْ. فَخَرَجَ أَهْلُ المدينةِحتّى إِنَّ العَوَاتِقَ لَفَوْقَ البُيُوتِ يَتَرَاءَيْنَهُ يَقُلْنَأَيُّهُمْ هُوَ أَيُّهُمْ هُوَ؟»

“Ben, Muhammed geldi diyen çocukların peşinden koşuyordum. Koşuyordum ama hiçbir şey göremiyordum. Sonra dediler ki: “Muhammed geldi.” Koşuyordum ama hiçbir şey göremiyordum. (Enes) dedi ki: “Nihayet Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ve arkadaşı Ebû Bekir geldi. Biz Medine’nin bazı harabeleri içindeydik. Sonra Ensarın kendilerine izin vermesi için Medine halkından bir adam gönderdiler. O ikisini Ensardan yaklaşık beş yüz kişi karşıladı. Ta ki onların yanına geldiler.” Ensar dedi ki: “Emin ve itaat olunmuş olarak hareket edin.” Bunun üzerine Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem] ve arkadaşı onların arasında ilerlediler. Derken Medine halkı dışarı çıktı. Hatta evlerin damında görünen sırtlar: “Hangisi o hangisi o diyordu.” Bu hadiste eman ve hükmün uygulanması olmak üzere iki şart için de delil vardır. Emana gelince; “emin olarak hareket edin” diyen Ensardan beş yüz kişinin varlığıdır ve Sallallahu Aleyhi ve Sellem onların sözünü ikrar ettiği gibi “itaat olunmuş olarak” sözlerini de ikrar etmiştir. Böylece dâr-ul hicrette eman ve itaat gerçekleşmiştir. Bu ikisi gerçekleşmemiş olsaydı Sallallahu Aleyhi ve Sellem hicret etmezdi ki Ensar, bu iki şartın, yani hükümlerin uygulanmasında eman ile itaatin gerçekleşmesi üzerine Akabe’de biat etmişlerdi. El-Beyhaki, güçlü bir isnat ile Ubade İbn-u Samit’ten şöyle dediğini rivayet etmiştir: ...

 «... إِنَّا بَايَعْنَا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم عَلَىالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ فِي النَّشَاطِ وَالْكَسَلِ، وَالنَّفَقَةِ فِيالْعُسْرِ وَالْيُسْرِ، وَعَلَى الأَمْرِ بِالْمَعْرُوفِ وَالنَّهْيِ عَنِالْمُنْكَرِ، وَعَلَى أَنْ نَقُولَ فِي اللَّهِ لاَ تَأْخُذُنَا فِيهِلَوْمَةُ لاَئِمٍ. وَعَلَى أَنْ نَنْصُرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليهوآله وسلم إِذَا قَدِمَ عَلَيْنَا يَثْرِبَ مِمَّا نَمْنَعُ أَنْفُسَنَاوَأَزوَاجنَا وَأَبْنَاءَنَا وَلَنَا الجَّنَّةَ. فَهَذِهِ بَيْعَةُرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم الَّتِي بَايَعْنَاهُ عَلَيْهَ»

“Biz zorlukta ve sıkıntıda işitmek ve itaat etmek, zorlukta ve kolaylıkta harcamak, marufu emretmek ve münkerden nehyetmek, hiçbir kınayıcının kınamasından korkmamak üzere Allah için (hakkı) söylemek ve bize, yani Medine’ye geldiğinde cennet karşılığında kendimizi, hanımlarımızı ve çocuklarımızı koruduğumuz şeyler hususunda Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e yardım etmek üzere ona biat ettik. Üzerinde kendisine biat ettiğimiz Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’in biati işte budur.” Hükmün uygulanması ise

 «بَايَعْنَا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم عَلَى السَّمْعِ وَالطَّاعَةِ»

“İşitmek ve itaat etmek üzere [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e biat ettik” kavlinde açıktır. Emanın Müslümanların güvenliği ile olduğu ise

«وَعَلَى أَنْ نَنْصُرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم إِذَا قَدِمَ عَلَيْنَا يَثْرِبَ مِمَّا نَمْنَعُ أَنْفُسَنَا وَأَرْوَاحَنَا وَأَبْنَاءَنَا»

 “Bize, yani Medine’ye geldiğinde kendimizi, canlarımızı ve çocuklarımızı koruduğumuz şeyler hususunda Resulullah [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’e yardım etmek üzere” kavlinde açıktır. Bu mana, hicretin birinci senesinde Muhacirler ile Ensar arasında yazdığı ve Yahudiler ile sulh ve muahede yaptığı yazıda da açıktır. İbn-u İshak’ın rivayet ettiği ve sahife olarak isimlendirdiği bu yazıda şöyle geçmiştir:

 « بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ: هَذَا كِتَابٌ مِنْ مُحَمَّدٍ النَّبِيِّصلى الله عليه وآله وسلم بَيْنَ المُؤْمِنِينَ وَالمُسْلِمِينَ مِنْقُرَيْشٍ وَيَثْرِبَ وَمَنْ تَبِعَهُمْ فَلَحِقَ بِهِمْوَجَاهَدَ مَعَهُمْأَنَّهُمْ أُمَّةٌ وَاحِدَةٌ مِنْ دُونِ النَّاسِ ... وَإِنَّ المُؤْمِنِينَ بَعْضُهُمْمُوَالِيبَعْضٍ دُونَ النَّاسِ ...وَإِنَّعَلَى اليَهُودِ نَفَقَتَهُمْ وَعَلَى المُسْلِمِينَ نَفَقَتُهُمْ،وَإِنَّ بَيْنَهُمْ النَّصْرَ عَلَى مَنْ حَارَبَ أَهْلَ هَذِهِالصَّحِيفَةِ... وَإِنَّهُ مَا كَانَ بَيْنَ أَهْلِ هَذِهِ الصَّحِيفَةِ مِنْ حَدَثٍ أَوْ اشْتِجَارٍ يُخَافُ فَسَادُهُ،فَإِنَّ مَرَدَّهُ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَإِلَى مُحَمَّدٍرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم ...».

 “Bismillahirrahmanirrahim: Bu, Kureyş’ten, Medine’den onlara tabi olup onlara katılan ve onlarla birlikte cihad eden müminler ve Müslümanlar arasında, Nebi Muhammed [Sallallahu Aleyhi ve Sellem]’den bir yazıdır… Muhakkak ki onlar, diğer insanlar dışında, tek bir ümmettirler…Müminler diğer insanların dışında birbirlerinin dostudurlar. (Bir savaş durumunda) Yahudilerin masrafları kendilerine Müslümanların masrafları da kendilerine aittir… Bu sahifenin sahipleri ile savaşanlara karşı aralarında yardımlaşacaklardır... Bu sahifenin sahipleri arasında fesadından korkulan her türlü olay veya anlaşmazlık Allah [Azze ve Celle] ile Allah’ın Resulü Muhammed’e götürülecektir…”Binaenaleyh dâr, ancak güvenliğin Müslümanların emanı ile sağlanması ve İslam hükmünün uygulanması ile dâr-ul İslam olur. Güvenliğin kafirlerin emanı ile sağlanması veya insanlara tağut hükmünün uygulanması gibi bu şartlardan biri eksik olur veya bulunmazsa dâr, dâr-ul şirk, yani dâr-ul küfür olur. Dolayısıyla dârın dâr-ul şirk olması için iki şartın birden olmaması şart değildir. Bilakis dârın dâr-ul şirk olması için tek bir şartın ortadan kalkması yeterlidir. Dâr-ul küfür demek halkının hepsi kafir demek olmadığı gibi dâr-ul İslam demek de halkının hepsi Müslüman demek değildir. Bilakis burada dârın manası “şer’i bir hakikat” olan şer’i bir ıstılahtır. Yani aynen salâh, savm lafzı ve benzeri şer’i hakikatler gibi ona bu manayı veren şeriattır. Binaenaleyh örneğin halkının hepsi Nasrani olan ama İslami Devlet içerisinde yer alan bir belde dâr-ul İslam olarak isimlendirilir. Çünkü İslam Devleti içinde olduğu sürece tatbik edilen hükümler İslam hükümleridir ve beldenin güvenliği İslam emanı ile sağlanmaktadır. Halkının geneli Müslüman olan ama İslam ile hükmetmeyen ve güvenliği Müslümanların ordusu yerine kafirlerin ordusuyla sağlanan bir devlet içerisinde yer alan belde açısından da böyledir. Zira halkının geneli Müslüman olmasına rağmen bu belde dâr-ul küfür olarak isimlendirilir. Dolayısıyla burada dârın manası şer’i bir hakikat olup dâr lafzı ıtlak edildiğinde Müslümanların çokluğunun yada azlığının bir önemi yoktur. Bilakis önemli olan halkına tatbik edilen hükümler ve halkına uygulanan emandır. Yani dârın manası, aynen salâhın manasının onun manasını açıklayan şer’i nasslardan alındığı gibi bu manayı beyan eden şer’i nasslardan alınır. Hakeza tüm şer’i hakikatlerin manası lafızların lügat manasından değil şer’i nasslardan alınır.  

 

 

المادة 2: دار الإسلام هي البلاد التي تطبق فيها أحكام الإسلام، ويكون أمانها بأمان الإسلام. ودار الكفر هي التي تطبق أنظمة الكفر، أو يكون أمانها بغير أمان الإسلام.

المادة 2: دار الإسلام هي البلاد التي تطبق فيها أحكام الإسلام، ويكون أمانها بأمان الإسلام. ودار الكفر هي التي تطبق أنظمة الكفر، أو يكون أمانها بغير أمان الإسلام.

التأصيل:

الدار لها معانٍ عدة منها:

"المنزل"، نحـوقوله تعالى:((فَخَسَفْنَا بِهِ وَبِدَارِهِ الْأَرْضَ)) [القصص 81]، و"المحلة" وكل موضـع حـل به قـوم فـهـو دارهم. نحـوقـوله تعالى: ((فَأَخَذَتْهُمُ الرَّجْفَةُ فَأَصْبَحُوا فِي دَارِهِمْ جَاثِمِينَ ))[الأعراف]، و"البلد"، حكى سيبويه: هذه الدار نعمت البلد، و"المثوى والموضع"، نحوقوله تعالى:(( وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ ))[النحل]، وكذلك "القبيلة" مجازاً نحو حديث أبي حميد الساعدي عند البخاريعن النبي صلى الله عليه وآله وسلم قال: «إِنَّ خَيْرَ دُورِ الأَنْصَارِدَارُبَنِي النَّجَّارِ ...».

والدار قد تضاف إلى أسماء أعيان نحو قولهتعالى:(( سَأُرِيكُمْ دَارَ الْفَاسِقِينَ))[الأعراف]. وقوله:((وَلَنِعْمَ دَارُ الْمُتَّقِينَ ))[النحل].((فَعَقَرُوهَا فَقَالَ تَمَتَّعُوا فِي دَارِكُمْ ثَلَاثَةَ أَيَّامٍ ذَلِكَ وَعْدٌ غَيْرُ مَكْذُوبٍ))[هود].وقوله: ((وَأَوْرَثَكُمْ أَرْضَهُمْ وَدِيَارَهُمْ وَأَمْوَالَهُمْ))[الأحزاب 27]. ونحو حديث بريدة عند مسلم وفيه أنرسول الله صلى الله عليه وآله وسلم قال: «... ثُمَّ ادْعُهُمْ إِلَى التَّحَوُّلِ مِنْ دَارِهِمْ إِلَى دَارِ الْمُهَاجِرِينَ»،وحديث سلمة بن نُفَيل عند أحمد أنهصلى الله عليه وآله وسلم قال: «أَلاَ إِنَّ عُقْرَ دار المؤمنين الشامُ».

وقد تضاف إلى أسماء معان نحوقوله تعالى:(( وَأَحَلُّوا قَوْمَهُمْ دَارَ الْبَوَارِ))[إبراهيم]. وقوله:((الَّذِي أَحَلَّنَا دَارَ الْمُقَامَةِ مِنْ فَضْلِهِ ))[فاطر 35]. ونحو حديث علي رضي الله عنه عند ابن عساكر بإسناد حسن صحيح وعند الترمذي قال:قال لي رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم: «رَحِمَ اللَّهُ أَبَا بَكْرٍ زَوَّجَنِيَ ابْنَتَهُ وَحَمَلَنِي إِلَى دَارِ الْهِجْرَةِ». ونحو حديث ابن عباس عند الدارقطني قال:قال رسول الله صلى الله عليه وآله وسلم: «إِذَا خَرَجَ العَبْدُ مِنْ دَارِ الشِّرْكِ قَبْلَ سَيِّدِهِ فَهُوَ حُرٌ، وَإِذَا خَرَجَ مِنْ بَعْدِهِ رُدَّ إِلَيْهِ. وَإِذَا خَرَجَتِ المَرْأَةُ مِنْ دَارِ الشِّرْكِ قَبْلَ زَوْجِهَا تَزَوَّجَتْ مَنْ شَاءَتْ، وَإِذَا خَرَجَتْ مِنْ بَعْدِهِ رُدَّتْ إِلَيْهِ».

 وقد أضاف الشارع لفظ الدار إلى اسمين من أسماء المعاني هما: الإسلام والشرك، فقد روىالطبراني حديث سلمة بن نفيل السابق في مسند الشاميين بلفظ «أَلاَ إِنَّ عُقْرَ دَارِ الإسلام الشَّامُ»،فأضيفت الدار هنا إلى الإسلام. وكذلك فقد روى الماوردي في الأحكام السلطانية وفي الحاوي الكبير أنرسول الله صلى الله عليه وآله وسلم قال: «مَنَعَتْ دَارُ الإِسْلاَمِ مَا فِيهَا، وَأَبَاحَتْ دَارُ الشِّرْكِ مَا فِيهَا»أي من حيث عصمة دار الإسلام للدماء والأموال ... إلا بحقها وفق أحكام الشرع، ومن حيث عدم عصمة دار الشرك «دار الحرب» في حالة الحرب الفعلية كما في أحكام القتال والغنائم ... وفق أحكام الشرع. وهذا التقسيم يشمل الدنيا كلها، فلا يخرج جزء منها عن أن يكون ضمن دار الإسلام أو ضمن دار الشرك، أي دار الكفر أو دار الحرب.

 وتكون الدار دار إسلام بتوفر شرطين:

وقد كان هذا المعنى واضحاً في الكتاب الذي كتبه بين المهاجرين والأنصار ووادع فيه يهود وعاهدهم. وكان ذلك في السنة الأولى من الهجرة. وهذا الكتاب من رواية ابن إسحق وسمّي الصحيفة. وفيه:«بِسْمِ اللَّهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ: هَذَا كِتَابٌ مِنْ مُحَمَّدٍ النَّبِيِّ صلى الله عليه وآله وسلم بَيْنَ المُؤْمِنِينَ وَالمُسْلِمِينَ مِنْ قُرَيْشٍ وَيَثْرِبَ وَمَنْ تَبِعَهُمْ فَلَحِقَ بِهِمْوَجَاهَدَ مَعَهُمْأَنَّهُمْ أُمَّةٌ وَاحِدَةٌ مِنْ دُونِ النَّاسِ ... وَإِنَّ المُؤْمِنِينَ بَعْضُهُمْمُوَالِيبَعْضٍ دُونَ النَّاسِ ...وَإِنَّ عَلَى اليَهُودِ نَفَقَتَهُمْ وَعَلَى المُسْلِمِينَ نَفَقَتُهُمْ، وَإِنَّ بَيْنَهُمْ النَّصْرَ عَلَى مَنْ حَارَبَ أَهْلَ هَذِهِ الصَّحِيفَةِ... وَإِنَّهُ مَا كَانَ بَيْنَ أَهْلِ هَذِهِ الصَّحِيفَةِ مِنْ حَدَثٍ أَوْ اشْتِجَارٍ يُخَافُ فَسَادُهُ،فَإِنَّ مَرَدَّهُ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَإِلَى مُحَمَّدٍرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وآله وسلم ...».

وعليه فلا تكون الدار دار إسلام إلا بتوفر الأمان بأمان المسلمين وبإجراء حكم الإسلام، وإذا انخرم أحد هذين الشرطين، أو لم يتوفر، كأن كان الأمان بأمان الكفار، أو كان يجري على الناس حكم الطاغوت، صارت الدار دار شرك أي دار كفر. فلا يشترط غياب الشرطين معاً حتى تكون الدار دار شرك، بل يكفي غياب شرط واحد لتكون الدار دار شرك.

ولا تعني دار الكفر أن كل أهلها كفار، ولا تعني دار الإسلام أن كل أهلها مسلمون، بل إن معنى الدار هنا هو اصطلاح شرعي "حقيقة شرعية" أي أن الشرع هو الذي أعطاها هذا المعنى، تماماً كلفظ الصلاة والصيام ونحوها من الحقائق الشرعية.

وعليه فإنه يطلق على بلد جل أهله نصارى مثلاً ولكنه واقع ضمن دولة الخلافة يطلق عليه دار إسلام؛ لأن الأحكام المطبقة أحكام الإسلام، وأمان البلد بأمان الإسلام، ما دام ضمن دولة الخلافة.

وكذلك بالنسبة لبلد معظم أهله مسلمون ولكنه يقع ضمن دولة لا تحكم بالإسلام ولا تحفظ أمنها بجيش المسلمين بل بجيش الكفار، فإنه يطلق على هذا البلد دار كفر مع أن معظم أهله مسلمون. فمعنى الدار هنا هو حقيقة شرعية ولا اعتبار لكثرة المسلمين أو قلتهم عند إطلاق لفظ الدار، بل الاعتبار للأحكام المطبقة وللأمان المتحقق لأهلها. أي أن معنى الدار يؤخذ من النصوص الشرعية التي بينت هذا المعنى، تماماً كما يؤخذ معنى الصلاة من النصوص الشرعية التي بينت معناها. وهكذا كل الحقائق الشرعية يؤخذ معناها من النصوص الشرعية وليس من المعنى اللغوي للألفاظ.